28 Aralık 2010

Önce türban taktılar sonra metres yaptılar.


Yoksulun onuruyla oynayacak kadar şerefsiz olduğunuzu biliyorduk ama yoksulun namusun da gözünüz olduğunu yeni öğrendik, ama şaşmıyorum sizin gibilere, sizler mahallenin namus bekçiliğine soyunan namussuzlar değil miydiniz zaten, elleriniz kirli sizin yüzleriniz kirli, yürekleriniz ruhlarınız sofralarınız kirli, bundan dolayıdır birbirinize kefil olmanız.

Özellikle büyük şehirlerde, belediye,kaymakamlık ve valiliklerde yardım konusuyla ilgili birimlerin içerisinde salyaları akarak pusuya yatmış ahlaksızlar var, Kayseri belediyesinde kömür verdikleri ailelerin karılarına kızlarına tecavüz eden adi  namussuzlardan bahsetmiyorum, kömür yardımı alan özürlü kadının iki kızını birden otele kapatan şerefsizlerden bahsetmiyorum onları zaten bütün Türkiye öğrendi.

Yardıma muhtaç kadın kimlik bilgileri ile müracaat eder bu kurumlara, bazan da mahalledeki iş birlikçiler tarafından bizzat götürülür yardım vaat edilerek, normalde kontrol edilmesi gereken o kadının gerçekten yardıma muhtaç olup olmadığıdır, ama gelin görün ki bazı şerefsizler tarafından bakılan sadece o kadının kendi pis amaçlarına uygun olup olmadığıdır.

Yardım ediliyor devletin parasıyla, ama arkasından pis istekler gelmeye başlıyor, inanın bunların sayısı hiç az değil,bunlara teslim olan kadınlarda var direnenlerde, yardımı kesmekle tehdit ediyorlar, mahallede dedikodu yaymakla tehdit ediyorlar, hatta bazı görüntülerini yayımlamakla tehdit ediyorlar, öyle ileri gidenleri var ki elde ettikleri kadınların çocuk yaşlarında ki kızlarına musallat oluyorlar.

Bu namussuzların hepsi bir birinden haberdar sanki organize bir çete gibi çalışıyorlar, belediyeden yardım alan bir kadına kaymakamlık görevlisi bir başkasından gelen telefon mesajına bakın, "çayır biçiyorum çayır yanıyorum cayır cayır, o kiraz dudaklardan birazda bana ayır" sözde muhafazakar görünen bu şerefsizler gecenin bir yarısı böylesi adice mesaj atabiliyor pastadan pay kapabilirim umuduyla, bu zincir birbirine eklenerek uzayıp gidiyor.

Hepiniz bilirsiniz mahallelerde toplantılar yapılır bazı evlerde kapalı hanımlar tarafından, inançları için okuyanları ayrı tutuyorum, ama sırf bu amaç için yapılanlar var, etrafta dini bütün sanılan ama aslında hurafeden başka bir sermayesi olmayan genellikle çarşafa bürünmüş bu rezil "hacı analar" dünyadan bir haber yaşayan kadın ve kızlarımızı birilerine metres etmek için zemin hazırlamakla görevlidir, tabi ki bu işi yüklüce bir para karşılığında yapıyorlar Allahtan korkmadan,kuldan utanmadan.

Şimdi ekranlarda utanmadan boy gösteren siyasilere sesleniyorum bu şerefsizlerin dosyaları neden hasır altı edilir, neden bu kepazelikler kamu oyundan gizlenir, eğer ki birazcık namus haysiyet sahibi iseniz ve o yürek var ise aciz bedenlerinizde açıklayın, Toki konutlarında bu şerefsizlerin kaçar tane dairesi olduğunu açıklayın ve bu dairelerde başlarına türban geçirilerek metres edilen kadınları açıklayın, Yoksa onlara da mı kefilsiniz tıpkı diğerleri gibi...


(Bu kurumlardaki namuslu insanları tenzih ederim,ama onlarda bu kepazelikle mücadele etmek zorunda.)

Tufan genç

12 Aralık 2010

Kaç koldan vuruluyoruz...


ÜNLÜ RUS FİZYOLOG PAVLOV, KÖPEKLERİNE ET VERİRKEN ZİL ÇALINCA VE BUNU ÇOK KEZ TEKRARLAYINCA, ZİL SESİNİ İŞİTTİĞİNDE ET GÖRMEDEN DE HAYVANIN SALYASI AKMAYA BAŞLAR.

BU, "ŞARTLI REFLEKS"TİR..

HAYVANIN "TABİATINDA OLMAYAN" BIR UYARAN (ZİL SESİ), ONU "TABİATINDA OLAN" ETİ GÖRMÜŞ GİBİ HEYECANLANDIRMAKTAD IR.

EĞER SÜREKLİ OLARAK ZİL ÇALAR AMA HİÇ ET GÖSTERMEZSENİZ, BİR SÜRE SONRA ŞARTLI REFLEKS SÖNER.

DEVAMIN SAĞLANMASI İÇİN ARADA BİR ET GÖSTERİLEREK REFLEKS PEKİŞTİRİLMELİDİR.

HİÇBİRİMİZ DÜNYAYA TÜRK, MEKSİKALI, SÜNNİ VEYA KATOLİK OLARAK GELMEYİZ.

BUNLAR BİZE ÖĞRETİLEN DEĞERLER, BİR BAŞKA DEYİŞLE, ŞARTLI REFLEKSLERDİR.

EĞER PEKİŞTİRİLMEZLERSE, ZAMANLA SÖNERLER.

BIR GÜN PAVLOV'UN ENSTİTÜSÜNÜ SU BASAR. KÖPEKLERİN BIR KISMI BOĞULUR, BIR KISMI DA GÜNLERCE KORKUYLA TİTREŞİR ÇÜNKÜ ÖLÜMDEN ZOR KURTULMUŞLARDIR.

KURTARILABİLENLER TEKRAR ENSTİTÜYE TOPLANIR. PAVLOV ZİL ÇALAR, KÖPEKLERDE TIK YOKTUR.

ŞU MÜTHİŞ SONUCA VARIR PAVLOV:

AĞIR TRAVMALAR, ŞARTLI REFLEKSLERİ ORTADAN KALDIRMAKTADIR.

HAYVAN EN DOĞAL, EN İLKEL DURUMUNA GERI DÖNMEKTEDİR.

BIR YANDAN HER GÜN GÜNEYDOĞU ŞEHİTLERİ İÇİN "KANLARI YERDE KALMAYACAK" DENMESİNE RAĞMEN KANLARIN SÜREKLİ "YERDE KALMASI", BİR YANDAN "ERGENEKON" DENİLEREK BÜYÜK BİR ÇOĞUNLUĞUNUN TEK SUÇU "ATATÜRK'Ü SEVMEK" OLAN İNSANLARIN SABAHA KARŞI EVLERİNDEN ALINARAK HAPSE ATILMALARI, BİR YANDAN ARABA YAKIP POLİSE TAŞ ATARAK GELİŞEN ETNİK KALKIŞMALARI

HEPSİNİ TOPLARSANIZ, TEMEL GÜVENLİK DUYGUSUNUN ARTIK ZATEN ORTADAN KALKTIĞINI GÖRÜRSÜNÜZ.

PAVLOV'UN KÖPEKLERİNDEKİ GİBİ, AĞIR TRAVMALARLA BİZİM DE ŞARTLI REFLEKSLERİMİZ (MİLLİ DUYGULARIMIZ VE TEPKİLERİMİZ) KIRILIYOR.

EMPERYALISTLER SİNSİ SAVAŞLARINDA PSIKOLOJI BİLİMİNİ KULLANIRLAR.

KISACASI, MILLI DUYGUNUN YOK EDILMESIDIR ETNIK PSİKİYATRİNİN GÖREVI.

BIR ULUSUN ULUSAL BİLİNCİNİ, ULUSAL DUYGUSUNU VE REFLEKSLERİNİ NASIL YOK EDERSİNİZ ?

BUNUN DENENMİŞ, SINANMIŞ BİR YÖNTEMİ VARDIR:

"O ULUSUN TARİHSEL VARLIĞINI SORGULAMAYA AÇARSINIZ".

YANİ O ULUSUN TARİHİNİ YENİDEN TARTIŞIRSINIZ.

TÜRKLER ATATÜRK'Ü ÇOK MU YÜCELTİYORLAR ?

ONLARA ATATÜRK'ÜN NE KADAR SIRADAN BİRİSİ OLDUĞUNU GÖSTERMELİSİNİZ.

FARKINDAYSANIZ SON ON YILDIR TAM DA BÖYLESİ BİR DÖNEMDEN GEÇİYORUZ.

"DEMOKRATLIK" , "TARTIŞMA KÜLTÜRÜ" ADINA NEYİ TARTIŞIYORUZ VE BİZDEN NEYİ KABUL ETMEMİZ İSTENİYOR ?

DİYORLAR Kİ, "SİZ SOYKIRIMCI BIR MİLLETSİNİZ ! ERMENİLERE SOYKIRIM UYGULADINIZ ..."

BİZ DİYORUZ Kİ, "HAYIR, UYGULAMADIK !"

O ZAMAN DENİYOR Kİ: "TAMAM, MADEM UYGULAMADINIZ, BUNU TARTIŞALIM, ÖYLE SONUCA VARALIM".

SİZE MANTIKLI GELİYOR, "NASILSA SUÇLU DEĞİLİZ, TARTIŞMADAN GALİP AYRILIRIZ" DİYORSUNUZ.

AMA TARTIŞMA MASASI KURULDUĞUNDA EŞİT BİR TARTIŞMA ŞANSI OLMADIĞINI GÖRÜYORSUNUZ.

BAKIYORSUNUZ, TÜM TELEVIZYONLAR, GAZETELER, "AYDINLAR" SİZİN ERMENİLERİ KATLETTİĞİNİZİ YAYMAYA BAŞLIYOR.

KANITLARI VAR MI ?  ELBETTE YOK.

"HAYIR" DİYORSUNUZ, "GERÇEKLERI BİR DE BİZ ANLATALIM", AMA ANLATAMIYORSUNUZ ÇÜNKÜ TÜM PROPAGANDA KANALLARI SİZE KAPATILMIŞ DURUMDA.

İŞTE O ZAMAN ANLIYORSUNUZ "TARTIŞMAYA AÇMAK" DENİLEN TUZAĞI.

BU SÜRECİN SONUNDA, ULUSAL GURURU VE HASSASİYETLERI YÜKSEK İNSANLAR BİLE "ACABA" DEMEYE BAŞLIYOR, "ACABA GERÇEKTEN ERMENİLERİ BİZ Mİ KATLETTIK ?".

"ULUSAL BENLİKTE İLK KIRILMA" YAŞANIYOR...

PSİKOLOJİK HARBİN ETKİSİ BÜYÜK BIR HIZLA BU ŞEKİLDE YAYILIYOR.

SIRA KÜRTLERE GELIYOR.

SİZDEN TARTIŞMANIZI İSTİYORLAR.

TARTIŞMA BAŞLIYOR VE YİNE KAYBEDİYORSUNUZ.

BİR DÜŞÜNÜN LÜTFEN, SON DÖNEMDE NELERİ TARTIŞMAYA AÇTIK VE ŞİMDİ NEREDEYİZ:

BUGÜN MISAK-I MİLLİ'Yİ PEK ÖNEMSEMİYORUZ.

KIRMIZI ÇİZGİLERİ UMURSAMIYORUZ.

TÜRK DİLİNİN ÖNEMİ KALMAMIŞ.

BU ÜLKEDE FEDERASYON DA OLABİLİR, ERMENİLERDEN ÖZÜR DE DİLEYEBILIRIZ, KÜRTLERE "BİRAZ" TOPRAK DA VEREBİLİRİZ.

KISACASI, ULUSAL VARLIĞIMIZA AİT HAYATI HER ALANDA KAYBETMİŞ DURUMDAYIZ.


SIRADA NE VAR ?

ATATÜRK VAR ELBETTE...

ÇÜNKÜ ÖNEMLI OLAN, ULUSAL ÖNDERLERİ YOK ETMEK.

O HALDE, ONUN NE KADAR ZALIM BIR DİKTATÖR OLDUĞUNU TARTIŞALIM.

ONUN ZAAFLARINI TARTIŞALIM.

HATTA ONUN ANASINI BİLE TARTIŞALIM.

EVET, EMPERYALİSTLERIN GÜNDEMİNDE BU BİLE VAR.

"TARTIŞIN" DİYORLAR, "BİZ SİZİ ÖNDERİNİZİN ANASINI TARTIŞMAK İSTİYORUZ !"
SONRA SIRA SİZİN ANANIZA GELECEK ELBETTE.

HEPİNİZİNKİNE GELECEK...

İŞTE PSİKOLOJİK HARP BUDUR ..

YILLAR ÖNCESİNDE.

MONDROS İMZALANMIŞ.

DÜŞMAN ASKERLERİ İSTANBUL'A ÇIKARTMA YAPIYOR.

MİLYONLARCA TÜRK, SADECE İZLİYOR !

DEMEK Kİ ÖNEMLI OLAN İLK ADIM, "İŞGALİ İZLETTİREBİLMEK" MİŞ.

AMA AYNI ZAMANDA BIR DE MASA KONUYOR ORTAYA: "TARTIŞACAKSINIZ" ..

TARTIŞMA MASASINDA BİZİM SADRAZAM EFENDİ EMPERYALİSTLERE YALVARIYOR, "BİRAZ ACIYIN" DİYE.

"İZLEYEREK", "TARTIŞARAK" NEREYE VARABİLİRSİNİZ ?

EMPERYALİSTLER ŞU ANDA BEYİNLERİMİZE VE YÜREKLERİMİZE YÜZYILIN ÇIKARTMASINI YAPIYOR.

ÇIKARTMA SÜRERKEN IKI TAVIR VARDIR ALINABİLECEK.

BİRİNCİSİ ŞU:

İSTANBUL'DA IŞGALCILERI KARŞILAYAN VE ONLARDAN "TOKAT YİYEN" BIR OSMANLI PAŞASI OLABİLİRSİNİZ VEYA DOLMABAHÇE'DEN ÇIKARTMAYI İZLEYEN BİR PADİŞAH.

BELKİ DE EVİNİN PERDELERİNİ KAPATAN SIRADAN VE SUSKUN BIR TÜRK.

AMA ASLINDA HEPSI AYNI KAPIYA VE AYNI KİŞİLİĞE ÇIKAR:

"İZLERSİNİZ !"

HER ŞEYİ...

YA DA İLK KURŞUNU ATAN HASAN TAHSİN OLURSUNUZ.

HASAN TAHSİN'E KADAR BU ÜLKEDE DÜŞMANA HİÇ KURŞUN ATILMADIĞINI BILMEK NE KADAR UTANÇ VERİCİDİR ASLINDA.

HASAN TAHSİN'İ NE KADAR TANIYORUZ ?

ONU "HASAN TAHSİN" YAPAN NEDIR ?

"İLK KURŞUN"DAN ÖNCE DE KURŞUN ATMIŞTIR BU KAHRAMAN ADAM.

HASAN TAHSİN AVRUPA'DADIR VE BIR FILME GIDER. FILMDE TÜRKLER AŞAĞILANMAKTADIR.
HASAN TAHSİN BU FİLMİ İZLEMEZ, "ÖNCE İZLEYEYİM, SONRA ELEŞTİREYIM" DEMEZ.

ÇIKARIR SİLAHINI, ATEŞ EDER BEYAZ PERDEYE.

FİLM DE ORADA BİTER !

HASAN TAHSİN'İN İNSANİ VE SIRADAN YANIDIR BU.

HİÇBİR İNSAN KENDİSİNE, ANASINA, BABASINA, MILLETİNE, BAYRAĞINA KÜFRETTİRMEZ.

EN BASİT İNSAN GERÇEĞİDİR BU.

İLKOKULDA BIR ÇOCUĞUN ANASINA KÜFRETMEYE KALKARSANIZ, SİZİNLE "ANASININ DURUMUNU" "TARTIŞMAZ".

BUNUN CEVABI, SURATINIZA YİYECEĞİNİZ BİR YUMRUKTUR.

ÇÜNKÜ ÇOCUĞUN EN İNSANİ VE SIRADAN YANIDIR BU.
ERGENEKON, ERMENİ SORUNU, KÜRT AÇILIMI VE  "MUSTAFA" BELGESELİNİN BAM TELİ "BURASIDIR". ..



PROF. DR. KEREM DOKSAT

PSİKİYATRİST



Bize hazmettirmek istediklerini düşünün,altında yatan gerçekleri düşünün,benim Annem kıymetlidir,tıpkı sizin Anneleriniz gibi,en azından sadece seyretmiyelim,gözümüzü dört açalım,açılım masallarında saçılmayalım,bizleri geçim derdiyle boğuşturup sinsice ülkenin altını oyuyorlar,görelim bunları,görelim artık.

9 Aralık 2010

Şerefsiz kim...


Ben hazmedemiyorum,benim midem o kadar geniş değil..
"Şerefsizlerin ülkesi"
Kim bunu söyleyen?  Ahmet kaya..
Şerefsizlik nasıl bir şey ki?
Benim Vatanıma "Şerefsizlerin ülkesi " diyebilen bir adamı anmak gibi mi?
Mersedes ile viski ile fakir fukara edebiyatı yapmak gibi mi?

Benim midem kaldırmıyor bu iki yüzlülüğü..
"vallahi apo'yu özledik, dostu özledik"
Kim bu lafları eden? Ahmet kaya..
Sazının tellerinde pkk halay çekiyordu Avrupa meydanlarında..
Şerefsizlik nasıl bir şey ki?
Sahnede bağdaş kurup çocuk katili bir ite methiye' ler düzmek gibi mi?
Çocuk yaştaki kürtleri şarkılarla dağa göndermek gibi mi?
Şerefsizlik nasıl bir şey!!

Davete icabet yarışında iktidar ile muhalefet..

Şimdi kim inanacak şehitlere döktüğünüz göz yaşına..
Şimdi kim inanacak Ahmet kaya'yı gerçekten andığınıza..
Hangisi gerçek,hangisi sahte?
Benim anlayamadığım "Şerefsizlik"  bu işte...

6 Aralık 2010

Yerli malı haftası...

12-18 Aralık...

Bence tarhana çorbası ile kutlayın okullarınızda..
Kutlayın,kutlayın ama,önce bir derin,derin düşünün..



Rusya'nın buğdayından yapılan un'a
İsrail tohumların dan üretilen domates'e
Amerikan süt tozundan yapılan yoğurt'a
Renk renk ithal edilen biberlere
Türk malı diyorsanız
Başka söze gerek var mı? yerli malı haftanız kutlu olsun...


2 Aralık 2010

Köylü milletin efendisiydi bir zamanlar...


Öyleydiler köylerinde en azından kendilerinin efendisiydiler, ekiyorlardı biçiyorlardı en azından üretiyorlardı, kendi kendilerine yetmenin mutluluğunu yaşıyorlardı.
Ne yaptılar onlara ilmek ilmek söktüler yüzlerindeki gülüşleri kestiler yollarını sıktılar ümüklerini kırdılar kollarını kanatlarını her amaçlarında kullanılmak üzere hazır hale getirdiler, burada ekonomik ve siyasi  nedenleri yazıp  konuyu uzatmak istemiyorum bahsetmek istediğim Şehre göç eden kadınlarımız ve onlara biçilen yaşam şekli, aşağıda yazdıklarım asla bir genelleme değildir toplumun küçük bir kısmı de olsa yaşanan gerçeklerdir.

Göç aynı zamanda kadın için sosyal bir acıdır memleket değişiminden sonra yaşanan kültürel farklılıklar bazen kadına biçilen makus talihi değiştirse d çoğu zaman acı neticelerle sonuçlanır, Şehirlerin yaşam şartı zorludur, aile ve çevre baskısını daha az hissetse de üzerinde Şehrin varoşlarında hep azarlanan aşağılanan kendisine değersiz olduğu hissettirilen ve sevgi ihtiyacı karşılanmadan büyütülendir kadın, ailesinin ve Şehrin kendisine sunduğu hayat tarzıyla televizyonda gördüğü yaşam biçimi arasında sıkışıp kalırlar, kendilerini içine hapsettikleri masumiyet kutusu yavaş yavaş yırtılmaya başlar.

Evet Şehirde yaşamak gerçekten zordur, çoğu çocuk yaşta genç kızlar ve kadınlar hiç bilmedikleri işlerde çalışmak zorunda kalırlar, insanlar yeni giysiler yeni ilişkiler ve kendilerine yeni bir kimlik edinme yarışına girerler, örf ve adetler kafalarda sorgulanmaya başlanır çünkü televizyonlarda gördükleri ve özendikleri o süslü püslü yatakları hiç soğumayan bir ilişkisi bitmeden diğerine atlayan bazı ünlü hemcinslerine kimse kötü demiyordu aksine el üstünde tutuluyorlardı ufak ufak maceralara atılmanın dizilerdeki gibi bir yaşamı düşlemenin ne zararı vardı onlar için, böyle düşündüler.

Sevgiye aç olan kadın savunmasızdır, en ufak bir sevgi gösterisinde tüm dallarını uzatır, bunların çok azı doğru adresi bulsa da büyük bir çoğunluğu aşık olmayı sevgiye eş değer saydığından olsa gerek biti kanlanmış etekli delikanlıların oyuncağı olur, oyuncağı olur diyorum çünkü bu etekli delikanlıların bir çoğu sevginin anlamını dahi bilmeden sahip olma güdüsüyle yaşayan tiplerdir mahallenin veya iş yerindeki genç kızların mahrem görüntülerini internete servis edip şehvetli gözlere meze etmeyi erkeklikten saymaktadır, teknolojinin nimetleri böylesi ilişkilerde büyük bir kolaylık sağlıyor, ekranın arkasına saklanıp yüreğe dokunan güzel sözlerle amaca ulaşmak hiçte zor değil ne yazık ki genç kızlarımız ve kadınlarımız bilerek veya bilmeyerek bu oyunun içinde rol alıyorlar hatta bu durumu alışkanlık haline getirenlerin sayısı hiç de az değil.

Ekonomik şartlar, yanlış tercihler, zorunlu evlilikler göç etmiş kadının demir parmaklıkları gibidir bir zamanlar kendi ektiği sebze ve meyvelerı kendi bahçe ve tarlasından toplayan kadını Şehrin pazarlarında çürük sebze ve meyve toplarken görebilirsiniz sevgisiz saygısız ve ilgisiz bir kocanın elinde görebilirsiniz, hatta bir komşu  bir arkadaş tarafından peşkeş çekildiğinde böylesi çaresizlikler kadını yaşadığı varoşlarda her türlü tehlikeye açık hale getiriyor etrafında ahlaki erozyona uğramış komşu, akraba ve esnafın iştahını kabartıyor böylesi durumlar hayatlar kararmış umutlar çalınmış renkler soldurulmuş kimin umurunda, çaresizliğe galip gelen farklılığı yaşama dürtüsü ama farklılığı yaşarken elde olanı da bitirir ve tüketirsiniz, sabah ekranlarında böylesi olayları yıllardır seyretmiyor muyuz.

Küçük yerlerin kanunu büyük olur demiş birileri, bir kadının gerçek manada özgür olması aile eş yada toplum baskısından kaçarak değil kendini savunma ve onlarla mücadeleye hazır olmanın çabası içerisinde olabilmektir, korku ve bastırılmış duygular yerine ekonomik güç ve de bilinçlenmiş bir beyin gerekiyor, kader diyerek teslim olmanın ne yazık ki hiç kimseye bir yararı yoktur...

28 Kasım 2010

"Be beğim!" ve "bebeğim"

İnternet gazetelerini karıştırırken gözüme çarptı bu yazı,değerli blog arkadaşım  Ecehan'ı anlatıyordu köşe yazarı Mustafa aslan gurur duydum Dostum adına ve paylaşmak istedim...

"Be beğim!" ve "bebeğim"



Azerbaycanlı bir şair; “Söz, bir gönülden kopar, bin gönülü hizaya sokar” diye, müthiş bir tarif yapmış.

Herkeste olur mu bilmem ama beni bazen bir söz, sadece bir kelime, koptuğu gönülün lezzetiyle koparır dünyadan! Keser ayaklarımı yerden uçurur! Hele bir de sözle söyleyen uyumluysa, aklım başıma gelinceye kadar kelimenin tam anlamıyla meczûp olurum!

Yine bir söz ve söyleyenle çok uyumlu bir söz, günlerdir aklımı aldı götürdü!

Kendisini, “Türk kadını” olarak tanımlayan bir yürek, zaten duruşuyla Türklüğünü haykıran bir Türk, bir seslenişinde; en tabii haliyle bir hitapta bulunmuş:

“Be Beğim!...”

Aklım uçtu! Gönlüm şahlandı! Yüreğim kabardı! Hem Türk Kadını, hem anne, hem evinin sahibi ve de sözlerine bu kadar Türkçe hakim bir söz ustası!

Günlerdir sayısız karalama yaptım sadece bu söz üzerine. Olmadı! Bir türlü gönlümü titretişini, ifâde edemedim!...

Kadınsam, anaysam ve sevdalıysam

Bir “Bebeğim” derim, bir de “Be Beğim!”

Zayıfsam, güçlüysem, hele yalnızsam

Bir “Bebeğim.” derim, bir de “Be Beğim!”

Madalyamdır nâmus, iffet ve ârım

Doğrunun olduğu her yerde varım.

Milletime Mehmetçikler doğarım;

Bir “Bebeğim” derim, bir de “Be Beğim!”

Ben olmasam kahramanlar olur mu?

İntikam alacak yiğit kalır mı?

Bir selâm göndersem acep alır mı?

Bir “Bebeğim” desem, bir de “Be Beğim!”

Diye şiirleştirmeğe uğraştım. Olmadı!

Bir kelime, bir söz, söyleyen ağızda, koptuğu gönülde, yoğrulduğu yürekte ancak bu kadar muhteşem mânâlandırılarak özelleştirilebilir!

“Bebeğim” ve “Be Beğim” ; aynı seslerle, aynı harflerle söylenen ve yazılan bir sözcük! Koptuğu yürekte nasıl bebekleştirilip, nasıl beğleştirildiğini, şimdiye kadar -ki kendimi söz erbâbından sayardım- nasıl hissedememişim? Hayret ki hayret!

Ve bu sözün sahibesi Türk kadınına, Ecehan Dilek Güralp’e Selâm, saygı ...

Erkeklere; bebekliği ve beğliği ünvan olarak verebilen tek mercî olan analarımıza, bacılarımıza, eşlerimize, evdeşlerimize, tanıdığım-tanımadığım bütün Türk kadınları’na, sonsuz teşekkürler...

Bütün Türk kadınları adına; yüreğinde yoğurarak, gönlünden kopararak, dokunduğu binlerce gönülü hizaya sokabileceğine inandığım bu söz yorumcusuna da; Türklük adına, Dilimiz adına, Türkçe adına, binlerce, binlerce, milyonlarca şükrân...

Kendini Türk hisseden, kendini milletine-devletine, ecdâdına karşı sorumlu sayan bütün yüreklere; bir Türk Kadını’nın yüreğinden kopan ünvanları bir daha tekrarlamak isterim ve sözün sahîbesinin izniyle bir “Türk Baba” olarak: “Be Beğim!...” ve “Bebeğim.”

Ünvanımla, adımla neden bu kadar övündüğümün de bir izâhı olsun söz sahîbesinin izniyle...

“Türk’üm; bu ad, her ünvandan üstündür.”

Selâm, sevgi, dua...


Yeni çağ gazetesi
Mustafa Aslan

16 Kasım 2010

Sarıklı Mafya...


Öyle bir mafya ki okyanusun öte tarafından  Pensilvanya Saylorsburg’daki özel kamptan yönetiliyor,kampın müdavimleri arasında  gazetecilerden iş adamlarına,yahudi prof. ve CİA ajanlarına kadar her kesimden unsurlar var,öylesine korunup kollanıyorlar ki şaşarsınız..

Öyle bir hal almış ki bu durum bazı hükümet üyeleri,üst düzey bürokrat ve iş adamları bu kamp ziyaretlerini Hacla bir tutar hale gelmiş,siz buna ister körü körüne itaat deyin,ister baskı ve tehditle zorunlu ziyaret,ama hal böyle maalesef.

Mafyada silahlı dönem çoktandır geride kaldı,artık teknoloji kurum kuruluş ve makamlar silah olarak kullanılıyor,bir çok insanın dosyaları ve kasetleri gizli kasalarda ortaya saçılmak için zamanını bekliyor,son yıllara bir bakın nice iş adamlarımız batırıldı,nice fabrikalar el değiştirdi, nice büyük oteller ve işletmeler dün bursla okuyan çoluk çocuğun eline geçti,boğazdaki yalılar bir bir el değiştiriyor,yer altı ve üstü zenginliklerimiz çeşitli kılıflara uydurularak peşkeş çekiliyor malum kişilere..

Türkiyenin en köklü şirketleri,en büyük aileleri haraç veriyor vermek zorunda bırakılıyor,bağış adı altında dünyanın çeşitli yerlerine zorla okullar inşa ettiriliyor,etmek zorundalar çünkü  başka bir yaşama hakkı tanınmıyor onlara,en köklü spor kulüplerimize kadar sızdılar,sendikalarımızı ve sivil toplum kuruluşlarını baskı ve tehditle teker teker ele geçiriyorlar..

Gerçek aydınlar,yurtsever gazeteciler,bilim adamları ve bunlara direnen komutanlar uyduruk operasyonlarla içeri tıkılıp sesi kesiliyor,İstihbarat,polis,medya,maliye,adalet ve hukuk bunların elinde artık,Cumhuriyetin savcıları tek tek tasviye ediliyor Amerikan ajanlarıyla lüks restoranlarda yemek yiyerek yüzme havuzlarında beraber yüzen savcılar büyük operasyonların başında şimdi,Emniyetin kalbine yerleştirilmiş üst düzey CİA ajanları yönetiyor bunların ordusunu,şimdi hedef üniversite!!!

Kim bunlar? kim bu cilalı koltuklarda oturan maşalar,islamdan nemalanıp islamiyete ihanet eden bu damarı boşlar kim,Büyük bir çoğunluğunun mahkeme kararı ile ana adı,baba adı,dede adı  değiştirilmiş,Gürcüyüm diyen Rum,arabım diyen yahudi,kürdüm diyen ermeni çıkıyor,asıllarını saklıyorlar nesillerini saklıyorlar bir çoğu Cumhuriyet düşmanı katil,isyancı dedelerin torunları çıkıyor Türkiye; tarihi inkar eden, demokrasi kavramından uzak bir aşiret ve cemaat zihniyetiyle yönetiliyor ne yazık ki..

Her koyun kendi bacağından asılır sanmayın,öyle değil işin aslı,bazı koyunların ceremesini tüm ülke çekiyor ve daha acı günler önümüzde bizi bekliyor,Kendilerini kutsal bir varlık gibi gören bu megaloman adamların günahını çocuklarımız büyük bedellerle ödeyecekler,evet maalesef ödeyecekler,çünkü bu salyalı sümüklü adamların varoluş sebepleri emperyalist ülkelere uşaklık etmektir...

11 Kasım 2010

Saklanan belge..Bilinmiyen gerçek..

Bu gün Hacca gidenler ve daha önce gitmiş olanlar yatıp kalkıp Mustafa Kemal Atatürk'e dua etmelidirler!!

Suudiler 1926 yılında sınırları içinde tüm mezarlıkları yıkıyorlardı. Atatürk sıranın Hazreti Muhammed'in kabrine geldiğini öğrenince bir TELGRAF  çekerek, 'Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim' demişti.Bunun üzerine Suudiler ; Hazreti Muhammed'in kabrine dokunamamıştı.

O müthiş telgrafın belgesi şimdi kimin elinde ?

1981 yılında 12 Eylül askeri yönetimi Atatürk'ün 100. doğum yılı nedeniyle kapsamlı bir program hazırlamış. Prof.  Yalçıntaş o dönemde İlim Kurulu'nun başına getirilmiş. Amaç Atatürk'le ilgili çeşitli kaynaklardan arşiv araştırması yapmak ve 'bilinmeyen Atatürk'ü' ortaya çıkarmakmış.

Dış işleri bakanlığının arşivlerinde bulunan bu belge şimdi kayıp,yada birilerinin kasasında saklı...

Prof. Yalçıntaş,Münir beyin bulup getirdiği belgeye  baktığında çok şaşırdığını belirterek şöyle devam etti: Belge bir telgraf metniydi. Henüz yeni kurulan Suudi devletinin kralına gönderilmişti. Telgrafta 'Hazreti Muhammed'in mezarının yıkılacağını derin üzüntü içinde öğrendim.. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam orduyu aşağıya gönderirim' anlamına gelen cümleler vardı...

Şimdi gelelim belgenin bulunmasından sonraki gelişmelere, çünkü vahim ve ilginç olan bu: Nevzat Yalçıntaş'ın anlattığına göre ; Münir Bey belgeyi önce bir üst amirine götürüyor. Belge oradan daha yukarı taşınıyor. Sonunda müsteşara oradan da Bakan İlter Türkmen'e geliyor. Tabii Evren Başkanlığı'ndaki Milli Güvenlik Konseyi'nin de haberi oluyor...

Sorun şu: Bu belge ne yapılacak? Dönemin Atatürkçü komutanları ve onların emrindeki bürokrasi bu belgenin açıklanmasını istemiyor. Ancak belge de ortaya çıkmış bir kere. Sonunda o dönemde yazılan ve şimdi kitapçılarda tek nüshası bile kalmayan bir Atatürk kitabının içine, hiçbir anons yapılmadan konuyor. Kısacası konu adeta kapatılıyor, sadece o tuğla gibi kalın kitabı sonuna kadar okuyanların dikkatini çekecek biçimde 'zevahiri kurtarmak' adına konuyor.

Peki bu belge şimdi nerede ? Kimin koruması altında ? Bu da bilinmiyor.

Bilinen tek şey, Atatürk'ün İslam aleminin peygamberi Hazreti Muhammed'in mezarının ortadan kaldırılmasını önlemesi herkesten saklanıyor...
 
"Yaşar nuri öztürk'e bu belge ile ilgili sorulan soruya şu cevabı veriyor,Millet vekilliğim sırasında dönemin dış işleri bakanı Ali babacandan arşive bakmak için defalarca izin istedim, asla vermediler..Böyle bir belgenin açıklanmasını neden istemiyorlar? sorusuna ise şu ilginç cevabı veriyor.Atatürk'ü din ve İslam dışı göstermek isteyenler elbette bu belgeden rahatsız olacaklardır. Bu nedenle dini siyasete alet edenler emperyalistlerle iş birliği bile yapabiliyor. Dincilerle İslamı reddedenler bu noktada birleşebiliyor. .

Soruyorum şimdi,bu belge nerede? Neden korkuyorlar bu belgeden,beslendikleri islam maskesinin düşmesi mi onları tedirgin eden,göreceğiz bakalım ,hep beraber göreceğiz kimmiş asıl din düşmanı...
 
 
Kaynak: Can Ataklı 09.08.2008 Tarihli Yazısından

31 Ekim 2010

Şerefe bakan efendi,şerefe!!



Sağlığımızı düşündüğünü duyunca bir efkar bastı ki sorma gitsin gözlerim yaşardı,içim içime sığmadı vallahi!! hani biz Millet olarak yüreğimiz her kabardığında şişeye sarılırız ya,deviririz kadehleri bir bir işte öyle oldu bakan efendi,sağlığımızı düşünüp zamları dayayınca vatandaşa, size olan hayranlığım bir arttı ki sormayın gitsin!!

Vay  anasına beeee!!!
Bizi düşünen bakanlar var bu memlekette sırtımız yere gelir mi artık!
Öpe cem len! vallahi öpe cem!
Hiç kaçma boşuna öpmeden bırakmam seni!! vallahi bırakmam!!

Anladın sen İthal bakan efendi anladın,anlamadı isen yanındaki kulağı kesiklere sor onlar anlatır sana,
Sağlığımızı düşünüyormuş!!!
Sen kiminle dalga geçiyorsun efendi,burayı pasaportunu taşıdığın İngilteremi sandın,ama sen merak etme şu an Ülkenin değişik köşelerinden kadehler eşliğinde yedi ceddinizin hatırı soruluyor pekte güzel oluyor!!

Bu ülkede tekelden daha fazla kaçak sigara ve içki satıldığını biliyorsun değil mi? yaptığınız her zam vatandaşı kaçağa itiyor bunu da biliyorsun değil mi ?peki kaçak sigara ve içki'nin baronu kim bu ülkede? Barzani köpeği ile pkk bunu da biliyorsun değil mi?

Şimdi ben sizi öpmeyim de ne yapayım bakan efendi,hadi söyle ne yapayım!!

Haydi şerefe bakan efendi, haydi şerefeeee!!! içince anlamazsın haydiii...

28 Ekim 2010

87. Yıl kutlu olsun...








 



         

BAYRAĞIMIZ



Ey rengini kanımızdan alan bayrağımız!
Ey gecemizi aydınlatan karasevdamız!
Ey özgürlük meş'alemiz!
Varlığın, varlığımız;
Yokluğun, yokluğumuzdur!
Sen dalgalandıkça göklerde,
Göğsümüz kabarır,
Yüreğimiz enginleşir;
Boyun eğip yas tutarsan eğer!
Sarsılırız!
Yıkılırız!
Ölürüz!
Ama emin ol ki
Sana dokunan namert eli kırarız!
Seni inciten hain dili kökünden kopartırız!
Senin için bin kez ölüp bin kez diriliriz!
Çünkü biricik kutsal sevdamızsın bizim...







          

  
 
            



                                     

27 Ekim 2010

Bedeli ödeyenler...


Erdoğan “bizim önceliğimiz bedelli”

Elbette sizin önceliğiniz bedelli.

Bedelli de, bu bedeli bizler canımızla öder iken sizin çocuklarınıza ne demeli!!!

Bülent Arınç’ın oğlu Ahmet Mücahit. Ahmet Mücahit, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde çalışıyor ve askerliğini hâlâ yapmadı. Babası Bülent Arınç, bedelli askerlik savunucularının mecliste başını çekiyor.


Abdullah Gül’ün oğlu Münir Gül. 27 yaşında ve hala askerliğini yapmadı.


Eski Orman Bakanı Osman Pepe’nin 30 ve 27 yaşlarındaki iki oğlu iş yaşamında büyük paralara hükmediyorlar. Bu iki genç iş adamı da askerliğini yapmadı.


AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in iki oğlu da askerliğini yapmadı. Onlar da bedelli askerlikte çıkacak müjdeli kararı bekliyorlar daha binlerce AKP li vekil ve bürokrat gibi.

Evet bedelli bu işler,çok bedelli,birileri canıyla öder bu bedeli "vatan sağ olsun der"

Birileri parasıyla öder bu bedeli " Babam sağ olsun der" bütün mesele bu kadar basit...

26 Ekim 2010

Hırsızın sarıklıysa üzülme...





Ulan sahtekar pezevenk,binlerce insanı soyup soğana çeviren sen değil misin,sen değil misin yuvanızı yapacağım diyerek binlerce insanın ocağını başına yıkan,Ne oldu şimdi şerefsiz! başına bir sarık,sırtına bir cübbe geçirince müslüman mı oldun hırsız köpek!!!


 Şimdi siz Cennetin tapu sunuda dağıtmışsınızdır değil mi reziller!
Şu memleketin haline bak,bunlardan medet umanlara yazıklar olsun be!!!



Kim bu adamlar? kim kime neyin madalyasını takıyor,ulan bu memleketi sahipsiz mi bellediniz siz!!!


Ey yüce rabbim! hikmetinden sual olunmaz ama burada masum insanları senin adınla aldatanlar var!!!

23 Ekim 2010

Uyuyoruz,uyutuluyoruz...


Okumuyoruz,öğrenmeye niyetimiz yok,bizim tek gerçeğimiz ekranda gördüklerimiz,ekranda gördüklerimiz haricinde hiç bir şey bilmeyen koca bir nesil yaşıyor dışarıda,halkın büyük bir çoğunluğu özellikle politik alanda yaşanan gerçekleri öğrenme yetisine sahip değiller,anlamamız gereken şey üzerimizde hakimiyet kurmak isteyen bazı adamların gerçekleri saptırarak toplumu yönlendirmesi,bu yolla hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar,bu ülkede çok gizli pazarlıklar yapılıyor ve sanal rakamlar havada uçuşuyor,bazı insanların şahsi planları ve hesapları bir ülkeyi felaketlere sürükleyebilir.


Unutmayalım tahtın arkasında kraldan daha kuvvetli güçler her zaman vardır,gerçek şudur ki büyük finansal güçler her zaman hükümetleri yönetir,yani sizin kahramanınız olan liderler aciz ve zengin bir kukladan başka bir şey değildir aslında.


Kendi kendinize,neden tüm ülke baştan başa bir medya ağı ile donatılmış diye sorabilirsiniz gerçekleri toplumdan büyük bir kurnazlıkla saklayarak düşünmemizi istedikleri şeyleri kurnazca empoze ediyorlar,ülkede yaşanan gerçekler yerine aptalca televizyon programlarına mahkum ediliyoruz,Kendini aydın diye nitelendiren ne kadar satılık adam varsa gece gündüz ihanetlerini kusuyor ekranlardan,bu ihanet ve cehalet sürmeli ki toplum parçalanabilsin çünkü asıl perde arkasındaki patronlar böyle emrediyor.


Bizler her yaştan,her cinsten insanlar sabahtan akşama kadar ekran başında oturuyoruz,buna ekonomik olarak da zorlanıyoruz, ekranın arkasındaki adamların istediği en son şey bilinçlenmiş ve düşünme yetisine sahip insanlardır,bu yüzden düzmece bir yaşam ve yalanlarla süslenmiş programlar medya yoluyla bize pompalanıyor,ilgimizi dağıtarak bizi her şeyden habersiz bırakmak istiyorlar ve gerçek den bunu çok iyi yapıyorlar.


Eğitilmemizi istemiyorlar,çok fazla düşünmemizi istemiyorlar,öyle bir hale geliyoruz ki televizyon ne derse onu yapıyor ona inanıyoruz,onun gösterdiği gibi giyiniyor onun söylediklerini yiyoruz,çocuklarımızı onun dediği gibi yetiştiriyor ve onun istediği gibi düşünüyoruz, ama herkes bilmelidir ki televizyonlar gerçek değildir, gerçek olan sadece bizleriz,birey dediğimiz düşünür tartışır ve itiraz eder,biz ne yapıyoruz çekilmişiz kabımıza kaderimize razı bir şekilde bakıyoruz,sadece bakıyoruz...

20 Ekim 2010

Cumhurbaşkanı Gül'e...


Almanya Cumhurbaşkanı ve eşini Kayseri de ağırlarken,Almanya da yayınlanan bu  sitenin Türk Milletine ve müslümanlara yaptığı bu karikatürlerin ve hakaretlerin hesabını sordunuz mu ?



Yoksa bu ülkeyi yönetenler gibi kabadayılıklar sadece halka mı?


18 Ekim 2010

"Muaviye'nin kopyaları...



Hayırlı uğurlu olsun!!! Bizim listemiz yok diyen iktidarın "Listesi" tulum çıkardı hakimler savcılar yüksek kurulunda...

Şimdi size Tarihten bir kıssadan hisse:

Bir Arap, Hz. Ali’nin şehri Kufe’den erkek devesi ile Şam’a gelmiş. Şam’da dolaşırken biri yanaşıp deveyi sahiplenmiş: “Ver o dişi deveyi bana!”
Kufe’li Arap, “Bu deve benimdir, üstelik erkektir” diye kendini savunmaya çalışsa da anlaşamamışlar ve konu Muaviye’ye dek yansımış. Muaviye, tarafları dinleyip kararını açıklamış; “Bu dişi deve Şamlınındır!” Sonra halka dönerek: “Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?” diye sormuş. Tüm halk bir ağızdan “Şamlınındır!” cevabını verince, Muaviye Arapa dönüp demiş ki: ”Dinle Kufeli! Biliyorum bu deve senindir ve erkektir. Dönünce Ali’ye de ki: “Muaviye’nin dişi deveyi erkekten ayıramayan , o ne derse evet diyen 10 bin adamı var! Ayağını denk al!”



Allah bizi böyle bir çoğunluğun iradesinden korusun,bu gün yaşadığımız ülke gerçeğini bundan daha güzel ne anlatabilirdi acaba,bunların adaletinden hak bekleyenlerin kulağına küpe olmalıdır.

Savaş iktidar savaşıdır,güç savaşı,Adalet islamiyet falan bahanedir Muaviye'nin günümüzde ki kopyaları derslerini iyi çalışmış bu çok belli,ama kimse şunu aklından çıkartmamalı,bu gün bizim anamızı öpen kadı'nın yolu da bir gün çöle düşecektir elbet...

30 Eylül 2010

Öfke...



Bu gün şahit olduğum bir aile tartışması beni hayatın derinliklerine doğru aldı götürdü,öfkeliyiz,hepimiz bir şeylere karşı çok öfkeliyiz bir çoğumuz da olan bir durum bu,evimizde sokak da iş yerinde her yerde öfkelenecek bir şeyler buluyoruz,bazen sebepli bazen de hiç bir sebep yokken olmayacak bir nedenle tartışmaya başlıyoruz,
Eşimizle,
Sevdiğimizle,
Arkadaşımızla,
veya hiç tanımadığımız insanlarla,öfkesini yönetemeyen insanın geride bıraktığı acılar hangimizin ruhunu yaralamaz ki,bir kadının bu kadar çaresiz ve acı içinde kıvranmasına duyarsızlaşmış ve aldırmayan insanlar neye değer verirler acaba?

Hangimiz birbirimize benziyoruz ki, her birimiz değişik kişiliklere sahip değil miyiz,ayrı ayrı kültürden gelip ayrı bakış açılarıyla bakmıyor muyuz hayata,doğrularımızı kaç kere aynı çizgide buluşturabiliyoruz,onun için birlikte yaşamak çokça özveri ve saygı istiyor.

Bir insan kendi yalanlarıyla savaşmaya başlıyorsa eğer,içinden çıkılmaz bir durum yaşadığı ve verecek bir cevabı olmadığından ruhundaki fırtınayı öfke olarak her zaman dışa yansıtır, aslında o insanın sevmediği kendisidir, tartıştığı kişiler değil..

Her şey bir yalanla başlıyor,önce onun pembesine sığınıyorsunuz ve sonra yalan yalanı doğuruyor,birde bakıyorsunuz söyleyecek bir kelimeniz bile kalmamış,hayatta her şeyi yenebilirsiniz, her şeyi
Açlığı,
Yokluğu,
Hastalığı,
Hatta sevgisizliği bile,ama hayatınız da yalan var ise bir tek ona gücünüz yetmez ve mutsuzluğa doğru çok hızla yol alıyorsunuz demektir,siz hiç yalanla huzurun bir arada yaşadığına şahit oldunuz mu? insan  konuşurken düşünmeli,kurduğu cümlelerin hayatıyla ilişkisini çok iyi hesap etmeli,yoksa dilinizin başınıza ne işler açabileceğini yaşayarak görürsünüz..

Her insan anasından çıplak doğuyor ama asla eşit doğmuyor,bunu göz önünde bulundurarak elimizdeki imkanlarla hayatımıza yön vermeliyiz,kendimizi olduğumuzdan çok farklı göstermek bize mutsuzluktan başka bir şey vermez ve yaşantımız da büyük tahribatlara yol açar,insan kendi iç dünyasına uygun bir  yaşam tarzı seçmeli bence,kendi gücü ve imkanları ile baş edebileceği bir yaşam tarzı,hayatın şartlarını ve zorluklarını kendi gücüyle göğüsleyip hazmedebilmeli,bunu başkalarının omuzlarına yükleyerek yaşamak, bizi çaresiz ve zayıf duruma sokar ki, bir başımıza kaldığımız da önümüze çıkan ilk engeli bile aşamayız.

Eğer sevgiyi karşı tarafa iletemiyorsanız size yansımasını asla beklemeyin,varlığı fark edilemeyen güzellikler yok olmaya mahkum edilir her zaman,bizler aslında sevilmek için mi seviyoruz? eğer böyle düşünüyorsak büyük bir yanılgı içindeyiz demektir,tek taraflı çaba çok yoruyor insanı,öncelikle kendi iç dünyamız ile barışık olmalı ve hayatın eteğine sımsıkı sarılmalıyız,kendimizi olduğumuz gibi sevmeyi öğrenmek için kendimizle yüzleşmeliyiz çünkü biz insanız ve çok değerliyiz...



26 Eylül 2010

Kentsel dönüşüm ..



VATANDAŞIN OLAN BİTENDEN HABERİ BİLE YOK!

Başımı sokacak bir çatım var diye güvenmeyin yarın yatacak bir yeriniz bile olmayabilir.
Bir sabah kapınıza yerel yönetimlerden birkaç adam gelip, tapusu sizde olan evinizi boşaltmanızı isteyebilir.
Yine bir sabah,Mahallenize dozerler girmiş olabilir “Evim var,” diye bir güvenceniz kalmadığını anlayabilirsiniz.
Bir zamanlar Türkiye’nin kalbi diye nitelenen Anıtkabir’in taşındığını da görebilirsiniz,hatta mezarlıkları bile bulamayabilirsiniz, namaz kıldığınız camii`yi dozerlerle yerle bir ederlerken seyredebilirsiniz .
Kendi evinizi, arsanızı bir başka iş yapmak için teminat olarak gösteremeyebilirsiniz.

Belediyelerin istediği fiyattan evinizi aldığına, yine kendi belirlediği fiyattan size yeniden satmasına tanık olabilirsiniz.

“Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı” kararı sonucunda mülkiyet hakları kısıtlanan vatandaşlarımızın  Bireysel olarak itiraz hakkı yok,hükümet tarafından kaldırıldı!!!

Belediye sınırları içerisinde mülkiyet güvencesi fiilen ortadan kalkmıştır.

Ülkemizde yaşayan hiç kimse, gelecekte ev yapıp başını sokacağını düşündüğü bir arsası veya başını sokacak bir evi olduğu için kendini güvende hissetmeyecektir.

Bu yasa ile kentin tüm değerleri, anıtlar, tarihi ve kültürel varlıklar, kentlerin çoğunlukla en yeşil bölgeleri olan kamuya ait alanlar, parklar dahi kaldırılabilir, dönüştürülebilir, “geliştirilebilir” hale gelmiştir.

Hiçbir gerekçe gösterilmeksizin “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı” ilan edilecek alanlarda, tüm gayrimenkuller üzerindeki tasarruf hakkı bütünüyle belediye meclislerinde çoğunluğu elinde tutan parti gruplarının ve başkanlarının eline geçmiş, teknik bir konu olan planlama gerektiğinde siyasi rakibini mülksüz, yandaşları ise zengin yapabilecek siyasal bir araç haline getirilmiştir,bu demokrasiyi ve özgür seçme hakkını dahi ortadan kaldırabilecek büyüklükte bir güçtür.

Komşunuzu seçme hakkınız asla yok!!!
Belediyeler büyük bir iştah içerisinde, yurdun her yerinde ve kentlerin yapılı yapısız tüm alanlarında, halihazırda bu alanlarda barınan insanların maddi imkanlarını, sosyal yaşamlarını, kurulu düzenlerini hiçbir şekilde dikkate almadan, hepsi birbirine benzeyen ve adına "Kentsel Dönüşüm" dedikleri projeler üretmeye giriştiler.

Belediyeler Türkiyenin en büyük mütahiti haline getirilmek istenmektedir. Bu düzenleme ile evi başına yıkılarak sokağa atılan vatandaş, kendi malını belediyenin belirlediği fiyattan, belediyeden tekrar satın almak zorunda bırakılacak, içinde yaşayacağı evin tasarımı, büyüklüğü, kalitesi, mutfağı, banyosu, tuvaletinin alaturka mı yoksa alafranga mı olacağı hakkında dahi söz söyleme hakkı bulunmayacak, inşaatı yapacak kişiyi seçme hakkı elinden alınacaktır.

Yapılmak istenilen bu düzenlemeyle vatandaş, Ankara da İ. Melih gökçek, İstanbul da Kadir topbaş’ın ve onların müteahhitlerinin dünya görüşü, zevki ve insafına uygun yapılacak binalarda, çok yüksek bedeller ödeyerek oturmak zorunda kalabilecektir.

Artık inşaatınızda sizin hükmünüz geçmez!!!

Yasalara ve yürürlükteki planlara göre inşaat ruhsatı alıp inşaata başlayan vatandaş, gayrimenkulünün bulunduğu alan belediye meclisi tarafından “Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilan edildiği anda, binası %99 oranında tamamlanmış olsa dahi, yaptığı konut eğer belediye başkanının “hayalindeki” projeye uymuyorsa, inşaatı 5 yıl süreyle durdurulabilecek, bu süre istenilirse on yıla kadar uzatılabilecektir.

Bu durumda vatandaş emlak vergisi ödemeye devam edecek, beş veya on yıl içerisinde kullanılmadığı için eskiyen yapısı için belediyenin tek taraflı ve bence keyfi olarak belirleyeceği değerlere razı olmaya mecbur bırakılacak, yapmış olduğun harcamaların gerçek miktarının, geçen süre içerisinde malını kullanamamaktan dolayı karşı karşıya kalacağı, kira geliri ve benzeri kayıplarının tazminini isteyemeyecektir.bu anlayışı çağdaş hukuk devleti normları içerisinde görmek mümkün değildir.

Nedeni açıklanmayan, dolayısıyla kamu yararı içermiyor olması muhtemel bir “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı” kararı sonucunda mülkiyet hakları kısıtlanan vatandaşlarımızın yapabileceği ne kaldı,bu yasayı çıkaran da hükümet,Anayasa mahkemesine üye atayacak olanda,peki şimdi bizler kimi kime şikayet edeceğiz söyler misiniz...

Halkı tehdit etmekten hiç sıkılmayan hatta Hayır diyenleri darbeci ilan eden Başbakan ve Belediye başkanlarının elindeki koza bakın şimdi! bu işte evet çiler de hayırcılar da aynı kefede ve aynı korkuyu yaşayacak bence,çünkü paranın ve saltanatın dini imanı olmaz diyen Başbakana sahibiz değil mi,haydi Milletim kolay gelsin...

4 Eylül 2010

Alışamadım...

İlyas Salman'dan!




Alışamadım...

Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ve Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Size alışamadım. Yanlış anımsamıyorsam Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın da Başbakan olduğu dönemde bir teğmen size alışamadım demişti.

O dönemin yasa uygulayıcıları açıkçası yasayı hükümet edenlerin çıkarlarına göre kullananların emri ile o onurlu teğmene çektirmedikleri acıyı bırakmadılar. Apoletini sökmekten tutun da, görevden almayı gündeme getirdiler. Hatta işi o kadar ileri götürdüler ki, sevgili yurtsever teğmenimizi hapse koymayı dahi düşündüler.

Şimdi o teğmen hangi acılar, hangi sancılar çekti bilemem. Görevinden alındı mı alınmadı mı, hapse atıldı mı atılmadı mı bilemiyorum.

Çünkü ben de devletin (dövlet, çünkü bizde devlet yok; dövlet var, dövüp yönetiyor) elinde bulunan bilgi edinme kaynakları yok. Çünkü benim elimde MİT’in, itin bilgileri yok. Ben şimdi o teğmenin yolundan gidiyorum. Çünkü bu memleketi seven, bu toprakların üzerinde yaşayan emekçi halkların düşüncelerine o teğmen yol gösterici olmuştu.

Ben de şimdi aynı şeyi söylüyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan size alışamadım.

Sevgili dünya ozanımız Nazım Hikmet, Menderes için şöyle demişti:

Senin ana rahmine düştüğün gün Milletinin en kara günüdür.

Ben de size aynı şeyi söylüyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan sizin ana rahmine düştüğünüz gün Anadolu halklarının en kara günüdür. Biliyorum ki yasalar sizden yana. Öyle olmasaydı, donunu bağlamaktan aciz oğullarınız, kızlarınız şu an dolar milyoneri olmazlardı.

Şimdi beynimin hiçbir hücresinden kuşku duymadan şunu söylüyorum: Elinizin altındaki mahkemelere bir tek işaretinizle emrinize koşarak suç sizde olsa bile sizin çıkarınıza karar verecek hakimlere, savcılara sahipsiniz. Ben İlyas Salman olarak Malatya Arguvan ilçesi Asar köyü nüfusuna kayıtlı

Not: Nüfus cüzdanı örneğim

Soyadı: Salman

Adı: İlyas:

Baba Adı: Vahap

Ana Adı: Hafize

Doğum Yeri: Arap kir

Doğum Tarihi: 14.1.1949

Medeni Hali: Evli

Dini: Nüfus cüzdanına göre İslam ama gerçek anlamda İslamlığı kabul etmiyorum. Hristiyanlığı mı kabul ediyor diyeceksiniz ona da hayır.

Ben dünyaya gelirken anneme babama mektup yazmadım. Faks çekmedim, telefon etmedim. Telgrafla bildirmedim. Beni çırılçıplak bir bebek olarak dünyaya getirmişler. Ve Türkmen Alevisi elbisesi giydirmişler. On yaşından sonra Türkmen Alevisi elbisesini de yırttım attım; insanlık elbisesi giyindim...
 
 
  

3 Ağustos 2010

Ye kürküm ye!!!


“İstanbul’un güzide semti Emirgan sırtlarında Reşit Paşa adında bir muhit var.

Muhitte, Aykan sokak 10 numarada da güzel bir villa var.

Bir genç adam, Aykan 10 numaradaki villayı gezer ve pek beğenir.

Kısa süre sonra bir başka adam gelir ve villa sahibine ‘Kaça satarsınız’ diye sorar.

Villanın sahibi bir Avusturyalıdır. Avusturyalı, mülkünü satmak niyetinde olmadığını için uçuk bir fiyat söyler: ‘Bir milyon yedi yüz bin dolara satarım.’

Alıcı hiç üstelemez ve pazarlık yapmaz, ‘tamam’ der.”

 Avusturyalı mülk sahibine 500 bin dolar nakit ön ödeme yapar. Villanın içinde kiracı vardır, çıkması beklenir ve nihayetinde tapu devri de yapılır. Devir esnasında bedelin bakiyesi, yani bir milyon 200 bin dolar ödenir.


Dikkat edin, paralar hep nakit ödeniyor.

Genç adam çok mutlu olur ve ortağı olduğu şirket villaya taşınır.

Bu genç adam Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük oğlu Ahmet Burak’tır.


Peki, kimdir parayı ödeyen?

Villa ofisin parasını nakit ödeyen kişinin adı Sıtkı Ayan.

Nereden çıktı bu isim?


Hafta sonu (23 Temmuz) İran’dan Londra, New York gibi finans merkezlerini dalgalandıran bir açıklama geldi. Açıklamaya göre; Türkiye ile 1 milyar Euro yatırım ile bir boru hattı inşa etmek için anlaşmaya varıldı. Boru hattından Avrupa'ya gaz ihracatı gerçekleştirilebileceği de söyleniyordu.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız o gün bir başka AKP zenginin otelinde (Rixos’ta) düzenlenen toplantıya katılmıştı. Muhabirler sordu, Bakan Yıldız yanıtladı:

"Botaş veya Türkiye Cumhuriyeti Enerji Bakanlığı olarak böyle bir anlaşma imzalamadık".

Oysa anlaşma İran petrol bakanının Yıldız ile görüşmesi esnasında imzalanmıştı.


Ayrıntılı açıklama ise aynı gün bir şirketten geldi. Mesela Hürriyet gazetesi bu açıklamayı şu başlıkla verdi:

“İran ile 1 milyar Euro’luk boru hattı imzasından Som Petrol çıktı.”

Kim bu Som petrol? Bu anlaşma nasıl imzalandı? Tabi kimse sormadı. Hem hükümet korkusundan hem de körleşme tercihi yüzünden.


Hani Burak’a villa ofis alan Sıtkı Ayan vardı ya…

İşte Som petrolün sahibi o Sıtkı Ayan’dır. Kimse tanımaz Sıtkı Ayan’ı. Sivas’ın Göl ova beldesinde doğup büyümüş olan Ayan, İstanbul İmam Hatip Lisesi ve ardından Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirmiş dini bütün bir insandır.

Ayan üniversiteyi 1984 yılında tamamlar. O günden itibaren serbest meslekle uğraşır. Serbest meslek denilince, mühendislik ofisi, berber, çilingir gibi meslekleri anlamayın. İlahiyatçı Ayan petrol işi yapar. Som Petrol’ün merkezi de İngiltere Londra’dadır. Şirket bilançosunun büyüklüğü ise milyar dolarlarla ifade ediliyor.

Peki Gölova’lı Ayan nasıl olur da böylesine zenginleşir?


Yine 1.5 yıl önce yayımladığımız bir başka haber daha var. Bu haberin giriş paragrafı da şöyle:

“Türkiye’nin henüz tanımadığı bir zenginden söz edeceğim.

Tanıklardan dinledim; bu kişi telefonda Başbakan’a “Tayyip Bey” diye sesleniyor. Eline telefonu aldığında dere tepe derken, fasılasız 40 – 45 dakika konuşabiliyor.

Bu kişinin şirket merkezi yurt dışında ve İran ile Sudan’da petrol ve doğal gaz kuyuları bulunuyor. Tabi kuyu imtiyazlarına nasıl sahip olduğu ayrı bir hikaye. Yasal kısıtlar nedeniyle şimdilik isim veremiyorum ama zaten isimler değil, ilişkiler ve servetin nasıl kazanıldığı önem arz ediyor.”

Başbakan’la çat kapı görüşen kişi de Sıtkı Ayan’dır. Milyarlarca doları, Euro’yu yönetir. Ve biz bu isme İran’la yapılan bir anlaşmada rastlıyoruz.

Atalar, perşembenin gelişi çarşambadan belli olur, derler. İran’daki iş tamam. Sıra Sudan’daki petrol kuyularının değerlendirilmesine gelmiş görünüyor.

Diğer taraftan Sıtkı Ayan vakası, Başbakan ve AKP Hükümetinin İran ve Sudan ilgisi bakımından da ilginç bir örnek oluşturuyor.

Başbakan’ın iki oğlu var: Necmeddin Bilal Erdoğan ve Ahmet Burak Erdoğan.



Küçük oğlan Necmettin Bilal 28 yaşında; büyük olan Ahmet Burak ise 30’lu yaşlarda.


Bilal’ın, aile dostu Cihan Kamer’le kuyumculukta ortak olduğunu ve Amerika’da yaşarken, emek sarf etmeden bu işte gelir elde ettiğini biliyoruz. Ayrıca kozmetik şirketine ortaklığı filan var…


Burak’ın ise Bumerz ve MB isimli iki denizcilik şirketinde yönetim kurulu üyeliği ve ortaklığı bulunuyor.


Peki, hepsi bu kadar mı?


Acaba Başbakan’ın oğullarının yurt dışında şirketi var mıdır?


Henüz uluslar arası belgelere ulaşamıyoruz ama güvenilir kaynaklarımızın aktardığına göre böyle bir şirket var.


Bu şirket deniz taşımacılığı yapıyor ve bünyesinde 10 kadar gemi barındırıyor.

Bumerz şirketinin ilk adı Turkuaz’dır. Aralarında Burak Erdoğan’ın bulunduğu beş ortak, 10 Nisan 2006’da bir milyon lira sermaye ile Turkuaz’ı kurar. İlk adres Üsküdar İmrahor mahallesindedir. Ortaklar arasında Başbakan’ın ağabeyi Mustafa Erdoğan, eniştesi Ziya İlgen ile 2001 yılında Burak Erdoğan’ın kayınpederi olan Osman Ketenci yer alır.


Burak Erdoğan, 250 bin liralık sermaye ile şirketin yüzde 25’ine sahiptir. Yüzde 25’er pay sahibi diğer iki isim ise büyük enişte İlgen ile amca Erdoğan’dır.

 
Bilgimiz; hadi diyelim, iddiamız şu: Oğullar, Başbakan’ın “gemicik aldı” tariflerini çoktan aşmış görünüyor.


İyi güzel de, Erdoğan soyadını taşıyan bu genç insanlar nasıl böyle bir servete ulaşıyor.


Tabi ki babaları sayesinde.


Biz yine tedbirli olmayı tercih ederek şu iddiayı dillendiriyoruz:


Atasay Kuyumculuk’un patronu Cihan Kamer “Çocuklara yardımcı oldum” demişti.


Yurt dışındaki gemicilik şirketinin satın alınmasında da, Başbakan’a Tayyip Bey diyen zengin amca “yardımcı oluyor”.


Peki, ne karşılığında?


Dikkatinizi çekiyordur; dünya insan hakları örgütlerinin lanetlediği Sudan yönetimi son birkaç yıldır çok sık Ankara’ya gelir oldu. İddiaya göre; Sudan’da o kişiye üç petrol kuyusu imtiyazı veriliyor. Bu kuyuların alınmasında da bizzat Başbakan aracılık ediyor. Başbakan’a sorarsanız, Türk müteşebbisine destek oluyor.

Varın, yorumu siz yapın.


Başbakan da biliyor ki; büyük oğlu Burak, o zengin kişinin karşı ofisinde vakit geçiriyor. Hemen her gün de bu zengin amcasıyla hasbihal ediyor.

Oda tv.com

Ey benim fakir fukara,garip guraba halkım,daha nereye kadar uyuyacaksın! senin inançlarını sömüren bu sülüklerden ne zaman kurtulacaksın,,şimdi de başına bir evet şapkası giydirdiler meydanlarda seni teşhir ediyorlar ve tüm yalanlarını gözlerinin içine baka baka sana onaylatıyorlar,Şimdi bir bu yazıyı oku ve birde elindeki maaş makbuzunu,hala sırtına basılmasına müsaade edeceksen sana hayırlı yolculuklar bu yaşamında,çünkü öbür dünyada  yakana yapışacaklar sırada bekleyecek bilesin...

18 Temmuz 2010

"HAYIR" DEMEM İÇİN 40 NEDEN.



* Hala, Ne mutlu Türküm diyemediğiniz için.
* Asla güvenilmeyecek birisi olduğunuz ve hep yalan söylediğiniz için.
* Kıblenizin neresi olduğunu bir türlü çözemediğim ve geri dönülmez bir yola çıkmamak için.
* Bunca milleti Allah ile aldattığınız için.
* Fişlemede ve dinlemede Dünyada bir eşiniz olmadığı için.
* Siz aslında halkı adam yerine koymayıp,kaval sesine çağırdığınız için.
* Halkın insani duygularını sömürüp deniz feneri ve benzeri kuruluşlarla soyduğunuz için.
* Hangi yanınıza baksak bir soyguncu,bir dolandırıcı ve bir sahtekar gördüğümüz için.
* Aslan gibi adamları çocuklarına harçlık verememenin utancıyla ağlatdığınız için,Mağrur Türk kadınını yüz lira için belediyelerin,vakıfların ve kaymakamlıkların önünde kuyruğa dizip teşhir ettiğiniz için .
* Emeklilerimizi,dul ve yetimlerimizi insanlık dışı muameleye layık gördüğünüz için.
* Dokunulmazlık yalanı ile topladığınız oylar ve dokunulmazlık zırhına saklandığınız için.
* Bu ülkeyi sahte belgeli bürokratlar cennetine çevirdiğiniz için.
* Memurları,emeklileri ve işçileri gözlerinin içine baka baka aldatdığınız ve toplu sözleşme grev hakkı gibi bir yalanı yutturmaya çalıştığınız için.
* Atatürk araştırma merkezinin başına tarikatçi  bir adamı atadığınız için.
* Sahte belgelerle ergenekon yaratıp pis işlerinize kılıf uydurduğunuz için.
* Sinsice ve gizlice ülkenin temelini sarsan anlaşmalara imza attığınız ve bunu Devlet sırrı kılıfına uydurup halkdan sakladığınız için.
* Beylikdüzü seçimlerinde oy hırsızlığınız mahkeme kararıyla belgelendiği için.
* Amerikan büyük elçiliğinde görevli "Susanne heyden "adlı savcının bu gün ki yargı reformunu
   hazırladığını halkdan sakladığınız için.
"HANGİ BAĞIMSIZLIK VARDIR Kİ, YABANCILARIN PLANLARI İLE YÜKSELİR.TARİH BÖYLE BİR OLAY KAYDETMEMİŞTİR." Mustafa Kemal.
* Sattığınız limanların,fabrikaların,mağdenlerin,milli şirketlerin ve bunca toprağın yerine,bir tek bile tüten bacanız olmadığı için.
* Türk ordusunu aşağılayıp,küçük düşürdüğünüz ve elini kolunu bağladığınız için.
* Emniyeti amerikan ajanlarına teslim ederek bir polis ordusu kurmaya çalıştığınız için.
* Barzani köpeğini kardeşim diyerek savunduğunuz için,onun şirketlerine ortak olduğunuz için,ve onu devlet törenleriyle ağırladığınız için.
* Tüccar medya patronlarıyla pis işler içerisinde olduğunuz için,Vergi kaçakcılarına yurt dışına serbestçe çıkma imkanı sağlayacağınız için,Kentsel dönüşüm adı altında çıkardığınız yasa ile tapu güvencemiz kalmıyacağı için.
* Kutsallığı olan gazetecilik mesleğini,alnında etiketiyle gezen adamlara teslim ettiğiniz için.
* Televizyon ve gazteleri tekelinize geçirip halkın  beynini yanlış bilgilerle doldurup uyuttuğunuz için.
* Halkı oyalamak ve aldatmak söz konusu olduğunda demokratik bir hava vermek için,işin içine halk oylaması soktuğunuz için.
* İçi boş açılım masalları ile kürtleri,alevileri ve roman vatandaşlarımızı aldatdığınız için.
* Dün,“Demokrasi bizim için amaç değil araçtır!” gibi sözleri ve Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine karşı olduğunuzu göstermek için arabalarınızın arka camlarına bile yazdığınız “Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır!” sloganını unutarak bugün “Milletin iradesine saygılı olunmalı”, “Millet ne derse o olur” demeyi utanmadan dilinize doladığınız için.
* İnançları uğruna kapananları,amaçları uğruna kapananlarla aynı kefeye koyup kadınların eteğinin altına saklanarak siyaset yaptığınız için.
* Çiftçimizi,köylümüzü yiyecek ekmeye muhtaç edip ,mallarını mülklerini yabancı bankalara rehin ettiğiniz için.
* Cumhuriyete”, “Ulusal egemenliğe” “demokrasiye” karşı olan “saltanatçı”, “padişahçı” “hilafetçi” “ yalancı dinciler” olduğunuz için,12 Eylül darbecilerinden hesap soracağız yalanıyla halkı aldatdığınız için.
* Sağlık sistemi hızlı ve organize bir şekilde özelleşiyor,eşiniz Emine hanım neden özel sağlık sigorta şirketi kurar,bunu halka açıklamadığınız için.
* Sizin hırsızlarınız mahkeme kararı ile suçları ispatlandığı halde,elini kolunu sallayarak dışarıda gezdiği ve hala Devlet'den,belediyelerden ihale alıp Milletle alay ettiği  için.
* Ülkemizdeki yeni evlenen kızların %33 çocuk gelin tanımı kapsamında, ve sizler bu çocukları nikahsız yaşamaya zorladığınız için,Türkiye’de ebeveynlerin meşrubat içip, kına yakarak, pasta yiyerek, göbek atıp, halay çekerek kızlarını cinsel ve fiziksel şiddete yolladıkları törenlere adeta çanak tuttuğunuz için,Dokuz,on yaşındaki kızlarımızın ne kadar lezzetli olduğunu anlatan ve kitapçık bastıran belediye başkanını görevden almadığınız ve çocuk istismarına göz yumduğunuz için.
* Türkiyenin en dangalak adamını yök'ün başına getiren zihniyetiniz ve Rektör atama rezaletleriniz için.
* Eğitim sisteminin içine ettiğiniz için
* Davos da one minute çekip ardından kapalı kapılar ardında bel kırıp özür dileyerek bu halkı aldatdığınız için.
* "Bir Türk öldürmek yetmiş gavur öldürmekden sevapdır"diyen Türk düşmanı şeyh sait'i asıldığı meydan da 85 yıl sonra anma etkinliğine izin verdiğiniz için.
* pkk denen köpek soylarını bu ülkede adam yerine koyduğunuz için.
* Ben bir Gazi olarak sizlerden hiç bir zaman destek vede saygı göremediğim için HAYIR diyorum.

Çocuklarınızın,akrabalarınızın ve yandaşlarınızın haksız edindiği servetini,hırsızlıklarını,soygunlarını ve yolsuzluklarını yazmaya gerek bile görmüyorum,çete haline dönüşen belediyelerinizi,örtülü ödeneğinizi yöneten sabıkalıyı,sahte diplomalarınızı,sahte askerlik belgelerinizi ve sahte prof.tezlerinizi yazmaya,hakkınızda yargıda bekleyen adi suç dosyalarınızı,yüz kızartıcı yaşantılarınızı,bir çoğunuzun evindeki nikahsız çocuk gelinleri anlatmaya dilim varmıyor.
Size Hayır demek için künyenize bakmak bile yeterli,ama gelin görün ki siz bu referandumu daha önceleride yaptığınız gibi kendi lehinize çevireceksiniz,çünki sizler mertçe seçim kazanamazsınız,seçim sonuçlarını değiştirmekde üzerinize yok maşallah,yoksa neyinize güvenipde referanduma gideceksiniz.

Kusura bakmayın ben sizler gibi amerikan postalı yalamaya ve arap kıçı öpmeye meraklı değilim,sizin zihniyetinize her zaman HAYIR diyorum ve diyeceğim çünki sizler hukukun değil kendinizi kurtarmanın peşindesiniz.

7 Temmuz 2010

Oradan,buradan...




Bir partinin ayakta kalması ve yaşamasının dayanağı siyasi ideallerinin güçlü olmasıdır, ama gelin görün ki bizim ülkemizde siyasi menfaatler her zaman ideallerden ön plandadır, bundan dolayı her biri köksüz, kemiksiz bir yapıda sallanıp duruyor kendilerini yok ettikleri gibi koca bir ülkenin de temellerini çürütüyorlar.

İktidardakilerin durumuna bakacak olursak siyasi menfaatleri ön planda olan toplama bir parti görüntüsünün dışında koca bir hiç olduğudur, onları kullanan dış güçler ve içerideki suni destekçileri zaten içi fare dolu olan gemiyi ilk terk edeceklerdir, büyük çöküş başladı ve kendilerini kurtaracak hukuki ve siyasi manevralar içinde olmayacak işlere bulaşıyorlar çaresizlikten.

Ancak halkın tahrip edilmemiş yapısı kalmadı, etnik yapılarımız pazara çıktı, hainler baş tacı edildi, hırsızlık ve yolsuzluk yasal hale getirildi, müritlik yapısı içerisinde evinize kapıcı bile yapmayacağınız adamlar en hayati makamları işgal ediyorlar, en tepedeki koltuklara bakın hele, zimmetçiler, kalpazanlar, naylon faturacılar cirit atıyor.

Bir ülkenin özel yetkilerle donatılmış savcısı neden CİA ajanlarıyla haşır neşir olur, yemek yer, yüzmeye gider? direktif almak için mi acaba? yoksa servis edilen belgeleri işleme koymak için mi? buralardan defalarca yazdım emniyet genel müdürlüğü bünyesinde 35 üst düzey CİA ajanının ne işi var? kimin bilgisi dahilinde oturuyorlar orada, İçişleri bakanının benim haberim yok dediğine göre kimin haberi var acaba, yada şöyle sormalıyım Ya bu ülkeyi gerçekte kim yönetiyor???

Kim ne derse desin bana anlatamaz, Amerika istihbaratı pkk ya verdiği bilgileri Türkiye hükümetine vermiyor asıl BBG evi gibi izlenen askerimizin ve güvenlik güçlerimizin hareketleridir, bizim her şeyi kendilerinin bildiğini sanan yöneticilerimiz nedense ağlama duvarı olarak  yine sam amcasını seçmektedir ve onlardan yardım dilenmektedir, bu ne yaman bir çelişkidir.

Elimizde kalan son bir iki bankamızda Suudi arabistan'a satılıyor ve son rötuşları yapılmaktadır, öyle ki adamlar istanbul boğazının en görkemli mekanlarında büyük kutlamaları organize etmekle meşguller, Sağlıktan gayrimenkule, gıdadan turizme birçok alanda yurdumuzu talan eden araplar Türk çiftçisinin ve esnafının bu bankalara olan borçları ve ipoteklerini de hakimiyetleri altına alacaklardır, nedense bu anlaşmalar kamuoyundan sır gibi saklanmaktadır.

Milli eğitim bakanlığına bağlı eğitim kurumlarımız yine sır gibi bir çalışma içerisinde, eğitim sistemimizin içini boşaltan bu zihniyet Anne ve Babaları dershane zulmü ile ezmekte yeni nesil geçlerimizi ağır bir travma içerisinde bırakmaktadır, bir araştırın bakalım Türk düşmanı Şeyh sait'in torunları ve müritleri Milli eğitimin hangi üst düzey makamlarında oturuyor.

Her zaman söylüyorum bu ülkenin temel direği kadınlarımızdır, Allahınızı severseniz ben bilmem kocam bilir zihniyetinden kurtulun ve özgür iradenizi kullanın, doğurdunuz çocuklarınızın geleceğini korumak sizin göreviniz değil mi, dedikodudan hurafelerden kurtulup gerçeği görme zamanınız geldi de geçiyor, yarın dövünmenizin kime ne faydası olacak, bir tek oyunuz bile bu ülkenin kaderini değiştirecek güçtedir, size layık gördükleri hayatı değil, sizler layık olduğunuz hayatı istemelisiniz ve almalısınız, eteğinizin altına saklanıp siyaset yapan yüreksizlere verin cevabınızı.

Bir sözümde yandaş medyaya, Yandaşlık son zamanlarda öyle bir rezil ve iğrenç hal aldı ki, İktidara ve cemaate yaranmak isteyen, yazar, çizer, gazeteci, televizyoncu ve akademisyen tayfası adeta kendi kendilerine  ihanet ederek, ürettikleri eserleri hiç'e sayarak, akıllarına ve onurlarına inat, halkın gözünün içine bakarak geçmişi ve bugünü çarpıtmaktadırlar. Yani, yandaşlar tarihi ve günceli tahrif ederek kendilerine parlak bir gelecek hazırlamanın hesaplarını yapmaktadırlar, ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Eric Edelman'ın akp li siyasilerin getirdiği darbe belgelerinin hepsi sahteydi açıklamasını neden yazmazsınız, adam hepinizin ipliğini pazara çıkardı neden sesiniz çıkmaz oldu, demek ki alnında etiketle gezmek  böyle oluyor kalemini satan kişiliksiz reziller, size hiç acımıyorum, acıdığım böylesi bir rezil mirası bırakacağınız çocuklarınızdır, yazık onlara , çok yazık, böylesi onursuz bir mirası kucaklarında bulacakları için...

Tufan genç

19 Haziran 2010

Babalar günü ha!


Onlarda baba idi,onlarında babası vardı bir çoğu da baba olmaya aday dı,Babalar günüymüş,kimin için, bu ülkede yedi yüz bin asker babası aylardır uykuya hasret,bu ülkede iki yüz bin emniyet mensubunun babası kulağı telefonda sabahı sabah ediyor,şehitliklere bir bakın dağ gibi adamlar buz gibi mezar taşını kucaklıyor,babalar günüymüş,bu yürek yangınıyla hangi babalar günü kutlanacak.

Asker,polis çocuklarının gözlerine bir bakın hele,iyice bakın, o korkuyu, o tedirginliği hemen göreceksiniz,ben babamın babalar gününü kutlayabilecek miyim endişesini hepiniz okuyacaksınız,ya babalarını yitiren minicik yüreklere ne demeli,sen ben elimizde çiçeklerle babamıza koşarken o masum yavruların yüreklerinde ki yangını kim söndürecek,içlerindeki fırtınayı kim dindirecek.

Bu gün de on çocuk babasız kaldı,bu gün de on baba evladını yitirdi "Babalar gününüz kutlu olsun" siz hala ekranlardan deli dana gibi gözlerinizi pörtleterek çemkirin,siz hala kahpe siyasetlerinize bu aslan gibi yavruları meze edin,pamuklara sardığınız çocuklarınızın değirmenine su taşıyın ve sırça saraylarınız da  gerine gerine  babalar gününü kutlayın bakalım,evlatlarımızın ve babalarımızın katilleri ile mutluluklar size rezil herifler...

18 Haziran 2010

Mustafa Balbay`dan Türkiye halkına duyuru...



KORKTUNUZ!

CUMHURİYETTEN korktunuz!.. .

Kurtuluş Savaşından korktunuz...

Kurtuluş Savaşını kazandıran Kuvayi Milliye ruhundan korktunuz...

Türk Bayrağından korktunuz...

İstiklal Marşından korktunuz...

Bandırma vapurundan korktunuz...

Samsundan korktunuz...

1919 dan korktunuz...

19 Mayıstan korktunuz...

Erzurum Kongresinden korktunuz...

Sivas Kongresinden korktunuz...

Kadın ve Erkeğin eşit olmasından korktunuz... Devrim şehidi Kubilaydan

korktunuz...

Türkçe Kuran-ı Kerimden korktunuz...

GERÇEK İslamiyetten korktunuz...

İslam dinini öğrenmekten korktunuz... .

Gerçek İslamı anlamaktan korktunuz...

Türkçe ezandan korktunuz... .

Nutuk dan korktunuz...

Laik, çağdaş ve özgür TÜRK KADININDAN korktunuz...

Sormaktan korktunuz...

Sorgulamaktan korktunuz...

Hesap sormaktan korktunuz...

Hakkınızı aramaktan korktunuz...

GÖRMEKTEN korktunuz...

DUYMAKTAN korktunuz...

KONUŞMAKTAN korktunuz...

23 Nisandan korktunuz...

30 Ağustostan korktunuz...

29 Ekimden korktunuz...

Bağımsız ve şerefli TÜRK YARGISINDAN korktunuz...

ANAYASA MAHKEMESİNDEN korktunuz...

Yargıtaydan korktunuz...

Danıştaydan korktunuz...

Cumhuriyetçilikten korktunuz...

Milliyetçilikten korktunuz... .

ULUS devlet olmaktan korktunuz...

ÜNİTER devlet yapısından korktunuz...

Halkçılıktan korktunuz...

Devletçilikten korktunuz...

LAİKLİKTEN korktunuz...

İnkılapçılıktan korktunuz...

CUMHURİYET gazetesinden korktunuz...

MİLLİYETTEN,HÜRRİ YETTEN,SÖZCÜ DEN,AKŞAMDAN, KANAL D den,STAR TV den,

ULUSAL KANAL dan, Kanal B den,Avrasya Televizyonundan( art)

korktunuz...

Anıtkabirden korktunuz...

Gazilerden korktunuz...

Şehitlerden korktunuz...

Hukuk devletinden korktunuz...

İstiklal Madalyasından korktunuz...

NECİP HABLEMİTOĞLUNDAN korktunuz...

UĞUR MUMCUDAN korktunuz...

Ahmet Taner Kışlalıdan korktunuz...

Milli Egemenlikten korktunuz...

Tam bağımsızlıktan korktunuz...

Atatürkçü Düşünceden korktunuz...

Atatürkçü Düşünce Derneğinden korktunuz...

Türk Silahlı Kuvvetlerinden korktunuz...

10 KASIMDAN korktunuz...

Şerefli savcılardan korktunuz...

"Şu Çılgın Türkler"den korktunuz...

CHP den,DSP den,MHP den,Kamer Gençten korktunuz... 1 MAYISTAN korktunuz...

Hakkını arayan İŞÇİDEN korktunuz...

Hesap soran ÇİFTÇİDEN korktunuz...

Yılbaşı kutlamasından korktunuz...

1881 den korktunuz...

Zübeyde Hanımdan korktunuz...

Emin Çölaşan`dan korktunuz...

Bekir Coşkun`dan korktunuz...

Şehit çocuğunun gözyaşından,Gazimin kopan kolundan korktunuz...

Çağdaş ve dinamik TÜRK GENÇLERİNDEN korktunuz...

Alevilerden korktunuz...

Oktay EKŞİden,Yılmaz ÖZDİLden,Uğur Dündardan korktunuz... Hayrettin

Karaca ve Muazzez İlmiye Çığdan korktunuz...

YARSAVdan,BAROlarda n korktunuz... Doğrulardan, gerçeklerden korktunuz...

Monşerlerden korktunuz... .

ÖZGÜR İRADEDEN korktunuz...

14 Nisandan korktunuz...

İLHAN Selçuktan korktunuz...

Engellilerden korktunuz...

CUMHURİYET mitinglerinde güneş altında saatlerce dim dik duran 80

yaşındaki analardan korktunuz...

Necati Doğrudan korktunuz...

Şapka ve Kıyafet Devriminden korktunuz...

"Atatürk Öldü Biliyor musun?" diye ağlayan minik kız çocuğundan korktunuz...

Atamın içtiği bir kadeh rakıdan korktunuz...

10.YIL MARŞINDAN korktunuz...

"Ne Mutlu Türküm Diyene" demekten korktunuz... Köy Enstitülerinden korktunuz...

Kemal Kılıçdaroğlundan, Murat Karayalçından korktunuz...

Harf Devriminden korktunuz... .

ULUS gazetesinden korktunuz...

ULUSALCI olmaktan korktunuz...

Mustafa MUTLUdan,Ceviz Kabuğundan,Arenadan, 32.günden korktunuz...

Ormanlardan, ağaçlardan, akarsulardan, meralardan korktunuz...

Mimar ve Mühendis odalarından korktunuz...

TÜSİAD dan korktunuz...

Atatürk Kültür Merkezinden korktunuz...

Şerefli gazetecilerden korktunuz...

Vatanın bölünmez bütünlüğünü dile getiren Paşalardan,hakkı nı arayan

subay ve astsubaylardan korktunuz...

Hainleri karın tokluğuna kovalayan uzman çavuşlardan korktunuz...

Başı açık ve namuslu Cumhuriyet kızlarından korktunuz...

"Türkiye Laiktir Laik Kalacak" diye haykıran emeklilerden korktunuz...

Namazını,orucunu ve yardımını GİZLİ yapan Gerçek müslümanlardan korktunuz...

Kul hakkına saygı gösterenlerden korktunuz...

"ATATÜYK" diye gülümseyen 1,5 yaşındaki bebekten korktunuz...

ÇANAKKALE Savaşından korktunuz...

Bahriye Üçoktan korktunuz...

Mustafa Balbaydan,Ümit Zileliden,Sesli Gazeteden korktunuz...

Atatürk resimlerinden, rozetlerinden korktunuz... .

Karga kovalayan sarışın çocuktan korktunuz...

Birlik olup,küsmeden, yılmadan ve boşvermeden 30 dakikasını geleceğine

verip SANDIĞA GİDECEK milyonlardan korktunuz...

Sabih KANADOĞLUNDAN, VURAL Savaştan,YEKTA Güngör Özdenden korktunuz... .

Tüm ihanetlerinizi yaşlı ve yorgun gözlerle izleyen

dedelerimizden, ninelerimizden korktunuz...

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZERden korktunuz...

Tarafsız ve onurlu vatandaşlardan korktunuz...

Oyunu yani namusunu SATMAYAN yurttaşlardan korktunuz...

Rüşvet yemeden,adam kayırmadan evine EKMEK götüren namuslu memurlardan

korktunuz...

Bölücü HOCAEFENDİLERİ N ellerini,eteklerini öpmeden sadece YÜCE ALLAHA

kulluk eden milyonlardan korktunuz...


Gaziden korktunuz...

Gazi Mustafadan korktunuz...

Gazi Mustafa Kemalden korktunuz...

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRKten korktunuz...

KORKULARINIZDAN KORKTUNUZ!.. .ama ne acı ki daha fazla OY,daha fazla

PARA,daha fazla İKTİDAR,daha fazla GÜÇ için YÜCE ALLAHI

sömürmekten,kullanmak tan ve onun adına konuşmaktan

KORKMADINIZ! .....Unutmayı n ki KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK!


Bu yazıyı okuyan,

arkadaşım,anam, babam,teyzem, kardeşim,dostum, büyüğüm,küçüğüm;LÜTFEN

yaklaşan seçimler ve bundan sonraki TÜM SEÇİMLERDE sandığa git ve

OYUNU KULLAN...Yağmur, çamur deme...Al eline bir şemsiye, giy botunu

ve ailen ile birlikte koş sandığa...Sende biliyorsun en fazla 30

dakikanı alır.. 4-5 yılda bir yapılan seçimler için 30 dakika nedir

ki? Bundan önceki seçim sonuçlarını incelediğinde seni nde farkedeceğin

gibi HER SEÇİMDE 7-8 MİLYON VATANDAŞ oy kullanmıyor.. .Tekrar ediyorum

7-8 MİLYON Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı..Yani nerede ise TEK BAŞINA

bir İKTİDAR daha...Belki sende dönem dönem bu milyonların içinde

idin...UNUTMA ki sandığa atılmayan HER OY "KORKAKLARIN" hanesine

gidiyor..Tepki için sandığa gitmiyorum ya da boş atacağım diye bir

olay yok..Çünkü tüm bunlar KORKAKLARIN ekmeğine yağ sürüyor...Bu

mesajı yazdım çünkü sana İHTİYACIM VAR...İster SAĞ parti,ister SOL

parti ya da MERKEZ...görüşün her ne ise..Ama lütfen TÜM SEÇİMLERDE

SANDIĞA GİT...Rica ediyorum..KORKAKLAR bunu çok iyi biliyor...bir

önceki seçimi hatırla...neden bazı kesimlerin TATİLE ya da MEMLEKETE

gittiği Temmuz ayında oldu seçimler?..Çünkü o malum 7-8 milyonun

rahatını bozmayacağını,sandığ a gitmeyeceğini biliyorlardı. ..ve haklıda

çıktılar...işte aslında EN BÜYÜK DESTEKÇİLERİ biziz...ve tüm bunlar

bizim SUÇUMUZ...Basit ve küçük bir örnekle seninde tahmin ettiğin

gerçeği dile getirmek isterim...Diyelim ki 100 kişi oy kullanacak.. Ve

bu 100 kişinin tamamının sandığa gittiğini varsayalım... sonuçlar

açıklandı...A partisi: 30 oy (%30)...B partisi: 20 oy

(%20)...olsun. .ancak bu 100 kişiden 20 kişinin sandığa gitmediğini

varsayalım... .(Türkiyede her seçim olduğu gibi)...Yani seçmen sayısı

80 olsun...A ve B partisine yine aynı sayıda oy geldiğini

varsayalım... bu sefer herşey aynı olduğu halde yeni seçim sonuçları

şöyle oluyor; A partisi:( %37.5)...... B partisi: (%25)....yani fark

giderek açılıyor...Milletvekil i seçimlerinde ise bu fark dahada acı

bir boyuta geliyor...%10 barajının etkisi ve sandığa atlmayan ya da

boş atılan oylar yüzünden 1 milletvekili çıkarabilen malum zihniyet

AYNI OY SAYISI İLE 2-3 milletvekili çıkarıyor...sence bu adil

mi?....Ankara Belediyesinde yaşanan skandallar malum..Tüm ülke

izliyor..Ama şunuda unutma; Gökçeğin seçildiği dönemlerde yak laşık 300

bin (300.000) kişi oy kullanmadı..Tahmin ettiğin gibi bu 300 bin

seçmen oy kullansa idi Gökçek ve dolayısıyla skandallar

olmayacaktı.. .Bu durum diğer iller içinde geçerli...Ve bu bir seçim

başarısı olmadığı halde şenlik yapıp kutluyorlar. ..%10 Seçim barajı

olduğu sürecede sandığa atılmayan her oy KORKAKLARA gidecek....Hal

böyle iken gerçekten SANA İHTİYACIM VAR...Bütün hayatımız boyunca

Demokrasiye katkımız bütün seçimlerde bir kağıda bastığımız toplam

yarım fincan mürekkep...hepsi bu işte...O tahta sandığa gitmek

zorundayız... Eğer gitmezsek iş için, zamlar için,maaşlar için,özgürlük

için,haklar için sesimizi çıkarmaya ya da meydanlara dökülmeye

hakkımız bile yok...Çünkü oy kullanmayarak biz SİSTEMİN DIŞINDA kalmış

oluyoruz...Hal böyle olunca tüm yapılanlara ses çıkarmayada hakkımız

olmaz....Unutma! demokrasilerde OY SENİN NAMUSUNDUR.. .Biliyorum, biraz

uzun bir yazı oldu ama dedim ya SANA İHTİYACIM VAR....Sende n bir ricam

daha olacak...Bu mesajı e-mail ile dostlarınada göndermeni

isterim....Çünkü 1 OY bile ÇOK önemli...Belki senin fikrini

değiştiremem ama son sözüm şudur;



artık ağırlığını KOY!



sevgi ve saygı ile arz ederim.



Mustafa Balbay`dan Türkiye halkına duyuru...



Tuncer Mankır

10 Haziran 2010

İpin çekildi tayyip efendi..

Bunu aylar öncede yazmıştım,seni sildiler demiştim,şimdi kendi yazarların yazıyor seni sildiklerini ne acı bir durum değil mi?

Evet, ipini çektiler senin,büyük ağabeylerinin işleri bitti seninle,defterini dürdüler, kankaların bile selam vermiyor artık,baktın olmuyor eski gömleğini giydin ve eski mahallene döndün,şimdi elin çapulcusuna ağabey dedirtiyorsun koskoca dış işleri makamına Şehitlerimizden bile utanmadan,ne oldu yönünüz hani batıya bakıyordu,kıbleniz gibi oda mı şaştı da bir anda bedevi çadırlarında anılır oldunuz.

Seni kimse kurtaramaz artık,arap sokaklarında ki şakşakçılarda ilk fırsatta seni satacaktır,mağdur rolünde işe yaramayacak,çünkü İsrail’in kuruluşundan ve Yahudi diasporasının İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana büyük bir başarıyla uyguladığı  mağdur politikası,  “Bir daha asla”, “Unutulamaz, unutulmamalı” gibi mesajlarla, sinemadan edebiyata, bilimden eğitime kadar her dalda dünyanın, ama özellikle Batı’nın kolektif belleğine, insanlık tarihinin en büyük mağdurlarının kendileri olduğunu kazımış durumda.

Sen elindeki dünyanın en cesur Ordusunun kıymetini bile bilemedin ve her fırsat da yerden yere vururken onlar her geçen gün ordusun gücüne güç kat dılar,yardımcın olan Arınç efendi ne dedi ordumuz için,"İyi ki bunlarla savaşa falan girmemişiz " söyler misin tayyip efendi hiç güvenmediğin bu orduya mı yoksa kurmaya çalıştığın polis ordusuna mı dayanarak her tarafa kabadayılık yapıyorsun,şunu sakın unutma bu gün seni şakşaklı yan araplar dün çölde savaşan Kahraman Türk askerini zehirleyerek öldürmüştü,dost bildiğin elden zehirli su içmek ne kadar acı değil mi,hoş sen bunu bizden daha iyi bilirsin ama biz yine de hatırlatalım dedik.

Şunu çok merak ediyorum, 27 aralık 2008 de İsrailin gazze de yaptığı  katliamdan dört gün önce dönemin başbakanı olmert Türkiye'ye günü birlik gelip size bildirdiği halde nasıl haberiniz yokmuş gibi göz yaşı döktünüz,bunları bilen Türk halkı sizin hangi samimiyetinize inansın,olmadı tayyip efendi olmadı tuzunuz koktu artık ve ipiniz çekildi boşuna çırpınıp durmayın,o göğsünüzde taşıdığınız cesaret ödülü madalyasını israilli ve museviler dışında taşıyan tek yabancı sizsiniz bu her şeyi açıklamıyor mu?

6 Haziran 2010

Başbakan botokslu mu?

 Vallahi ben Ayşe Özgünün programın da modacı Barbaros Şansal'ın  anlattıklarının yalancısıyım ,insan bunları duyunca şöyle bir bekliyor yazan çizen var mı diye ama ne gezer kimsede tık yok,bir tek  Ali Gülen

Oda tv.com den şöyle bir yoklamış ses gelir mi diyerek, ben kuyuya bir taş atayım da kim çıkarırsa çıkarsın bakalım.

Şansal, ünlü modacı Yıldırım Mayruk’la yaklaşık 20 yıldan fazladır çalışan ve o dünyayı çok iyi bilen biridir.

Söz güzelleşmeden, güzelleşme operasyonlarından açıldı. Ve botoks'a da geldi...

EVET BEYEFENDİ DE YAPTIRMIŞ

Şansal, “Baksanıza beyefendi de yaptırmış. Dudaklarının yan kıvrımlarının altına top top yağ enjekte edilmiş. Kırışıklıklar gitsin diye” yorumunu getirdi.

Ayşe Özgün, “Kim, başbakan mı?” diye sordu.

Şansal, “Evet, Erdoğan” yanıtını verdi.

Bunun üzerine Özgün, “Aman sus sus” diye konuyu geçiştirirken, Şansal, “Ne var canım bunda. Herkes yaptırıyor. Baldırdan ya da kalçadan yağ alınıp enjekte ediliyor”

Evet bunda ayıp bir şey yok,yok da,sözde otoriter bir başbakana bunu hangi cesur gazeteci soracak bu merak konusu.

Bana soracak olursanız bu Botoks denen uygulama dudaklar ve çevresine kalçadan yağ alınarak yapılmamalı,şimdi siz neden diye soracaksınız,benim tahminim bu tür uygulama yaptıranların ağızlarından pek düzgün laf çıkmadığı veya çıkan laflara pek hakim olamadığı şeklinde! nede olsa aslına çekiyor diye düşünüyorum (burası biraz latife de olsa) siz ne dersiniz,Başbakan botoks'lu mu?