20 Haziran 2012

FETHULLAH GÜLEN NEDEN TÜRKİYE'YE DÖN(DÜRÜL)MEZ


19.06.2012 01:46

Başbakan'ın danışmanları karşısında şapkamı çıkarıyorum:

Bravo! Erdoğan'a tam zamanında siyasi bir manevra yaptırdınız! Şu andaki konjuktürde, Gülen'i, “Sılana dön, hasret bitsin!” diye Türkiye'ye çağırmak, akıllıca bir satranç hamlesidir; müthiş bir 'ezber bozma' taktiğidir...

Bu taktikle ilgili düşüncelerime geçmeden önce, yazıma dayanak oluşturan iki tezi sunayım:

1. Fethullah Gülen, kökü çok eskilere ve “derin”lere dayanan, buğulu sisle kaplanmış, bu anlamda 'aysberk'e benzeyen bir tarikatın lideridir. “Nur” olma iddiasındaki bu puslu yapıda sadece Türkiye'nin “derin” egemenleri, ABD ve AB değil; Vatikan'dan Yahudi Lobisi'ne kadar birçok şua (yani destek!) kaynağı parıldayıp durmaktadır. İşin bir ilginç yanı da şudur ki, ondaki bu “nur” sembolü, Müslümanlıkta olduğu gibi, hem “ışık” anlamına gelen “İllumunati”de, hem de Hıristiyanlık'ta (Kutsal Ruh'ta) ve özellikle Yahudilik'te de vardır: (Türkçe Olimpiyatları'nda, çocuklara, “Gördüm nurlu geceyi rüyamda bir gece/ Işıklar yanıyordu, her yer sessizce...” dedirtilmesinin anlamı bu olmalı). Bütün dünyayı sarması istenen bu ortak “ışık/ nur” sembolü, dünyada tek bir para ve faiz devletinin egemen olması amacını taşıyor. Fethullah Gülen'in yaşadığı yer olan Houston’da, 2013 yılında, “Barış Bahçesi” adı altında açılacak olan ve içinde Kilise, Sinagog ve Cami bulunacak tesis, işte bu amaca yöneliktir: Asıl istenen, ulus devletleri, onların üniterlik ve laiklik direnişlerini yıkıp, yerine, ortak “nur”un aydınlattığı, yüzlerce yeni küçük “devletcik” kurdur(t)mak; rahat kontrol edilebilecek bu küçük birimleri, ortak bir dünya devleti kurulması yolunda “araç” olarak kullanmaktır...

Yani görünen odur ki, halkın isabetli teşhisinde de dendiği gibi, burada da aslında Şeyh uçmamakta, onu “mürit” uçurmaktadır! Tabii artık neoliberal “mürit” küreselleştiğine göre, Şeyhi uçurma işi, para ve faiz sisteminin egemenleri tarafından yapılmaktadır... Birbirlerine rakipmiş gibi görünen dini birimleri ortak bir paydada birleştiren, egemen para ve faiz sisteminin sonsuza dek sürdürülmesi arzusudur ve onun da simgesi, hepsinin ortak hayranlığına mazhar olan “altın buzağı”dır... Peki söz konusu sistemin, Türkiye'de dini bir tarikatın desteklenmesi üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılması şaşırtıcı mıdır? Tabii ki, hayır! Tarikat üyelerinin, dindarlık – daha doğrusu “dünyevi dindarlık” – peşindeki bir ideolojiye kayıtsız şartsız bağlılığı ve “mitoslaştırılmış Şeyh”in yarattığı birleştirici tutkallık sayesinde, kapitalist sistem içindeki eşitsizliklerin üstü örtülür; insanlara, “Hepimiz bir fidanın güller açan dalıyız!”, veya , “Aynı Yoldan geçmişiz biz/ aynı sudan içmişiz biz”, veya, “Beraber yürüdük biz bu yollarda!”, veya, “Hepimiz aynı büyük hizmet misyonunun neferleriyiz!” vs. denir. Dolayısıyla, Fethullah Gülen sadece bir tarikat Şeyhi değildir; o, aynı zamanda, ortak çıkarlarda birleşen birçok değişkenin (dünya çapındaki para ve faiz sisteminden daha çok nemalanmak isteyen bireylerin ve grupların) ortak bileşkesidir.

2. Demek ki, bir “görünen Cemaat” vardır, bir de “derin Cemaat”. Görünen Cemaat, üstünde takım elbise ve boynunda kravat, elinde bir evrak çantası ve tarikatın gazetesi bulunan “hizmet elemanı”dır. Bunlar, tarikatı övmek ve yaygınlaştırmak üzere okullara, gazetelere, partilere, televizyonlara, şuraya-buraya yerleştirilirler. “Derin Cemaat” ise, kendini ortalıkta göstermeyen, derindeki yapıdır. Bunların yüzleri maskelidir. Uluslar arası para ve faiz sistemi, dünyanın her yerinde onlara kapılarını ve imkanlarını ardına kadar açar. (Oralardaki kapalı kapılar ardında, “altın buzağı” sisteminin sonsuza kadar sürmesi için hangi “hizmet”lerin yapılacağı kararlaştırılır).


Şimdi tekrar yazımızın başına döneyim:

Başbakan Erdoğan, Fethullah Gülen'i Türkiye'ye dönmeye ve sıla hasretine son vermeye çağırmakla, son zamanlarda arka planda savaştığı “derin Cemaat”in, “görünen Cemaat”i kendisine karşı kışkırtmasına karşı bir propaganda atağı yapmaktadır. Söylemek istediği şudur:

“Ey 'görünen Cemaat'! Hocaefendi'yle aramızda bir sorun yoktur. Bakın Türkçe Olimpiyatları'nda konuşma yapıyor ve ona selam ve saygılarımı gönderiyorum; hatta onu, bağrımıza basmak üzere Türkiye'ye dönmeye davet ediyorum!”

“Derin Cemaat”in Başbakan Erdoğan'la ilgili teşhisi ise şudur:

“Sistemimizi Türkiye'de de iyice pekiştirmek yolunda dokuz taş cıdıklarından biri olarak hesapladığımız ve ulusçuların ve laikçilerin üstüne saldığımız bu Hükümet, artık bizim tuzaklarımızı da aymaya, onlara karşı da önlemler almaya başladı. Burada dur! Bu, 'Çizmeyi aşmak!' demektir; bize de mi 'Lo, lo!'. Mesela, Özel Yetkili Mahkemeler'i kaldırarak etkilerini tamamen yok etmek üzere olduğumuz ulusalcı ve laikçi güçlere tekrar hayat veriyorsun; PKK sorununu çözmeye çalışarak, Türkiye'nin önünü açmaya yelteniyorsun. Bunlar kabul edilemez etkinliklerdir. Hükümetin ipi çekile!”

İşte bu hükme karşılık olarak, Başbakan Erdoğan, tribüne (“görünen Cemaat”e) oynamış ve “derin Cemaat”i ters köşeye yatırmak için, Fethullah Gülen'e sılaya dönme teklifinde bulunmuştur.


Şimdi gelelim başlıktaki soruya: Fethullah Gülen Türkiye'ye neden dön(dürül)mez?

Benim bu konudaki naçizane tezim şudur: Kendisi dönmek istese de, onu bir “misyon aracı” olarak gören ve bu anlamda onu mitoslaştıran güçler – ki onların kimler olduğunu yukarıda belirttim –, onu Türkiye'ye göndermezler.

Söz konusu tarikat ve onun Şeyhi, şimdiye kadar kendi iradesiyle hareket etme yetkisine sahip olamamıştır ve bundan sonra da olamayacaktır. Çünkü, onlar bu arenada “amaç” değil, uluslar arası oyun kurucuların isteğiyle hareket eden “araç”tırlar. Şeyh'in işlevi, “sistem” tarafından yaratılmış, “görünen Cemaat”in hayranlık duyacağı bir “altın buzağı”lıktır. Onu bir mitos haline getiren güçler, onun sadece böyle bir araç-mitos olarak işlev görmesine müsaade ederler. Onun Türkiye'ye dönmesi, bir misyonun “normal”leşmesi, bir “araç-mitos”un ortadan kalkması sonucunu doğuracaktır. Uluslar arası para ve faiz çetesi, Türkiye'de böyle bir “normal”leşmeyi asla kabul etmez. Çünkü onun için (de) daha Türkiye'de yapılacak çok iş vardır; ona göre de, durmak yoktur, yola devam edilmelidir!


Türkiye'yi (de) sonsuza kadar kendi güdümünde tutmaya çalışan bu uluslar arası çetenin, ülkemizde yarattığı tek mitos Fethullah Gülen değildir tabii.

İnsanları bölüp birbirine düşürmek ve böylece kolayca yönetmek için tek bir mitos yeterli olmaz!

Söz konusu çetenin Türkiye'de asla bitirmek istemeyeceği – bazan birini, bazen diğerini kullandığı – diğer mitoslardan birkaçını sayarsak:

“Başörtüsü mitosu”, “PKK/ Öcalan mitosu”, “Hizbullah mitosu”, “Bir sabah aniden komünizm gelecek mitosu”, “Ergenekon mitosu”, “Darbe mitosu”, “Odatv çetesi mitosu” vs... vs...

Bu mitoslardan her biri bazı kesimlerde korku ve nefretini, bazı kesimlerin ise umut ve hayranlığını kışkırtmak/ okşamak için kutsallaştırılır ve böylece halk, uzlaşmaz kutuplara ayrılır (böl ve yönet), birbiriyle kavga ettirilir...

Peki siz şimdi kalksanız, örneğin “Fethullah Gülen mitosu”nu veya “PKK/ Öcalan mitosu”nu “normal”leştirmeye çalışsanız, egemen çete buna izin verir mi? Vermez tabii.

Bakın, Türkiye Cumhuriyeti, “PKK/ Öcalan mitosu”nu “normal”leştirmek için “açılım” yapmaya çalışmıştır. Bu mitosun “normal”leşmemesi için Habur ve çevresinde ne tiyatrolar oynandığını hepimiz gördük. Mit Müsteşarı Hakan Fidan, PKK'ya silah bıraktırmak için örgüt yetkilileriyle konuştu. Başına neler geldiğini, neler getirilmek istendiğini gördük. PKK/ Öcalan mitosu bitmesin diye, “Otuz üç asker”den Eşref Bitlis'e; Gaffar Okan'dan Uludere'ye... kadar yapılanları saymakla bitiremeyiz...

Uluslar arası para ve faiz çetesi demek istiyor ki:

“Boşuna uğraşma, çözdürmem! PKK''yla anlaştığın anda, bana aynı hizmeti verecek – daha doğrusu topyekün benim güdümümde olacak – başka bir örgüt çıkarırım karşına. Asala'yı bitirdin, PKK'yı çıkardım karşına. Seni istediğim hizada tutmak veya oraya getirmek için PKK'ya ihtiyacım olduğu sürece, bu sorunu sana çözdürmeeem!”

Kendini “ezber bozan” olarak gören; “başörtüsü mitosu” ve “Fethullah gülen mitosu” konularında ulus devlete ve laikliğe karşı uluslar arası para ve faiz sistemiyle birlikte çalışmayı kabul ettiği için iktidara getirilmiş olan bu Hükümet, PKK sorununu çözümlemeden Türkiye'nin hiçbir projesinde başarılı olamayacağını anlamış ve bu “ezber”i de bozmaya girişmiştir. Ne gariptir ki, bu çabasını engelletmek için, Hükümet'in karşısına çıkarılan ilk güç, “derin Cemaat” olmuştur...


“PKK/ Öcalan mitosu”nu “iyi niyet”le çözmeye girişirsiniz; “Habur”u, “Amed”i ve hatta “Anadolu'nun tümünü” isterler – çünkü, “Türkler Anadolu'ya Orta Asya'dan geldi!” – derler... Yıllardır istedikleri, “Okullarda anadilini seçmeli ders olarak öğrenme” hakkını alırlar; “Yetmez! Kürtçe resmi dil olacak!” derler... Bunu diyenler, tabii ki mecliste sırıtan birkaç Kürtçü sımadır. Ama onlar, “PKK/ Öcalan mitosu”nu kuranların “araç”larıdır sadece: Egemen para ve faiz sistemi, Fethullah Gülen'e nasıl ki, “Türkiye'ye dönmene asla müsaade etmeyiz!” diyorlarsa; PKK/ Öcalan araç-mitoslarına da, “Öyle ufak-tefek reformları kabul etmene asla müsaade etmeyiz!” demektedirler... (Leyla Zana tartışması başka nedir ki!).

Toparlarsak: “Fethullah Gülen mitosu” da “PKK/ Öcalan mitosu” gibi bir “araç-mitos”tur. Bunlar, dokuz taş cıdıklarında olduğu gibi, çözümlenmemek üzere kurgulanmışlardır. “Cemaat”e, örneğin, üniterliği feda edersiniz, laikliği de ister; laikliği verirsiniz, askerleri/ Mustafa Kemal'i de ister; askerleri/ Mustafa Kemal'i verirsiniz (vermezsiniz tabii!), Türkiye Cumhuriyeti'ni ister; “Kostantinopol”u, “Pontus”u, “Lidya”yı, “Frigya”yı, “Mesopotamya”yı, “Tigris & Euphrates”i... ister...

Eee, diyeceksiniz ki, “Para ve faiz sistemini yürüten bezirgan hırsızın suçu var da, ev sahibi olarak bizim suçumuz hiç mi yok bütün bu olanlarda?”

Soru haklıdır! Ev sahibiyle “hırsız”ı birleştiren ortak bir unsur vardır ve bu “ortak”lık sürdüğü sürece, ne “araç-mitos”ların etkisi, ne egemenlerin “mitos oyunu”, ne de “bezirgan saltanatı” bitecektir.

Bu “ortak unsur”, “Altın Buzağı'ya hayranlık”tır!

Mehmet Şekeroğlu

11 Haziran 2012

İslamiyet arapçılık mı, evrensel insan odaklımı dır?.



Ümmet ümmet diyorlar.
Din din diyorlar.
Milletimiz milletimiz diyorlar
Kardeş kardeş diyorlar.
Diyorlar ama dedikleri gibiler mi?

Onlar ki; çölde yaşarken, Peygamber, resul, nebi Muhammed duyuruda bulundu, Kuran’la aydınlattı. Eski-Cahiliye düşünce inanç ve yaşam biçimini değiştirmek istedi.

Onlar ki; İlahi mesaja rağmen kanı ve vahşeti, Allah’a şirk koşmayı terk etmediler
Onlar ki; Cinsi sapıklığı terk etmediler
Onlar ki; Seks kölesi cariyelerle yaşamı değiştirmediler.
Onlar ki; Peygamberin ölümünden sonra liderlik iktidar kavgasına giriştiler.
Onlar ki; Peygamberden sonra en yakın arkadaşı Abubekir’in liderliğine razı olmadılar. Ebubekir 2 yıl lider oldu. Sahte peygamberler türettiler. İsyanlar çıkarttılar. İslami kuralları tanımamaya başladılar, İslam öncesi yaşamı devam ettirmek istediler.

Onlar ki; sonra onun yerine geçen peygamber arkadaşı ikinci halife Ömer’i katlettiler. 10 yıl süren Ömer döneminde önemli İslami kural değişikliklerine gidildi. Peygamber kızı Fatıma ile Peygamber/baba mirası konusunda ters düştüler. Dışarıya yönelik seferler düzenlendi. Yeni yerler ele geçirildi. Araplar savaş ganimetleri ile zenginleştiler. İslam’ın sosyal adalet kavramı bir tarafa bırakıldı. Arap soylular sınıfı yeni İslam devletinin seçkin yöneticileri oldu.
Onlar ki; sonra onun yerine geçen peygamber arkadaşı üçüncü halife Osman’ı katlettiler. Osman Arap kabilesi Kureyşin en zenginlerinden, İslam ordularını donatan kişi.  Peygamberin Ebu Leheb’in iki oğluyla evlenen ancak Ebu Leheb’in peygamber düşmanlığı sonrası  oğullarından boşattırdığı iki kızı ile evlenen ve  bu nedenle de iki nur sahibi anlamında Zinnureyn lakaplı sahabi. O da Arap kabileler arası iktidar savaşının kurbanı olarak öldürülür.

Onlar ki; sonra onun yerine geçen peygamber arkadaşı dördüncü halife Ali’yi katlettiler. Ali ilk çocuk Müslüman. Peygamberin kızı Fatıma ile evlenir. Çift başlı Zulfikar kılıcıyla nam salan savaş kahramanı. Onun liderliğini de diğer kabileler kabul etmez. Savaşlar olur. Peygamber eşi Ebubekir kızı Ayşe deve sırtında onunla savaşır. Muaviye Kuran’ı mızraklarda gösterir, hile yapar, Müslüman müslümanı katleder.

Onlar ki; peygamber torunu Ali oğlu halife Hasan’ın liderliğini kabul etmediler. O da çekilmesine rağmen, sonrası öldürdüler.
Onlar ki; peygamber torunu Ali oğlu halife Hüseyin’i de liderliğini kabul etmediler Kerbala’da vahşice katlettiler.
Onlar ki; Peygamberin kurduğu Medine İslam devleti yerine Muaviye ile Şam Emevi devletini kurarlar. Oğlu Yezid  Medine devleti ile güç ve iktidar savaşına girişir. Muaviye Ali’yi, oğlu Yezid de Hüseyin’i öldürtür.  Emeviler; İslam ilim adamları ulemayı ya öldürtürler ya da  hapse atarlar. Hukukçu/Fıkıhçı İslam bilgini İmam’ı Azam Numan bin Sabit’i istedikleri gibi fetva vermediğinden hapishanede öldürtürler.
Onlar ki; Medine ve Mekke deki peygamber soyundan olanlar ve İslam bilginlerinin çoğunu kaçırttılar. Onlar da Orta Asya’da Türklere sığınır. Semerkant, Buhara, Taşkent yeni İslam merkezleri olur. Mekke ve Medine boşalır. Bir kısım peygamber soyundan olanlar ise İspanya/Endülüs’e giderler.
Onlar ki; Emevi iktidarı ile kanlı katliamlarına devam eder. Bu kez Eba Müslim-i Horasani liderliğindeki Türk ordularının desteği ile Abbasiler iktidarı ele geçirir, Bağdat’ta  Abbasiler devleti kurulur. Abbasiler; dördüncü Ömer haricindeki bütün Emevi liderlerini mezardan çıkarır yargılar, zulmeder ve tekrar gömer.

Onlar ki; İslamiyetin doğuşu ile birlikte ilk otuz yılı kanlı iktidar savaşları yaparlar.

Onlar ki; Komşularınca 200 yıl süre de yok sayıldılar. Komşu devlet arşivlerinde, Medine İslam devletinden İslam dininden bahseden kayıtlar tutulmadı, yok sayıldılar.
Onlar ki; Dünyevileştirdikleri cihadla özdeşleştirdikleri İslam dinini dogmalara büründürdüler.
Onlar ki; Kuran’la İlahi mesajla aydınlanamayan Vahşi Araplar savaşlarla birbirini katlederken Yahudilerin Museviliği kabile dini haline dönüştürmeleri gibi İslamiyeti de Arapların kabile dini haline getirmek istediler.

Orta Asya ve Endülüs Müslümanları; İslam’ı Arap dini olmaktan çıkarır, evrensel boyutta ilahi mesajı ile ilim yoluna yönelir.

İslamiyetin iman konusunda ve ibadet şeklinde ayrımlar başlar.
İslamiyetin Türkler tarafından kabul edilmesi ile İslam bilim eserleri ortaya çıkmaya başlar.

Hadis sistemi; Türk İmam Buhari; peygamber sözlerini Sahihi Buhari adıyla hadis külliyatı olarak peygamberden yüzyıl sonra bir araya toplar.
İslam İtikad sistemini; Türk İmam Maturidi Temel doktrinini sistemleştirir. İmam Eşari; Arap İslam-i İtikad anlayışını sistemleştirir.
İslam Tasavvuf sistemleri; Türk Hoca Ahmed Yesevi sonrası Nakşibendi oluşturur.
İslam Hukuk sistemi; Türk Numan bin Sabit Hanefi hukuk sistemini/mezhebini kurar. Akabinde, Mısır’da İmam Şafii; Şafii hukuku/mezhebini, Medine’de İmam Maliki Maliki hukuk/mezhebini, Kuzey Afrika’da İmam Hanbeli Hanbeli hukuk/mezhebini sistemleştirirler.

İslam’ın ilahi mesaj odaklı evrensel din algısı; Türklerle anlam kazanır. Büyük Selçuklu akabinde Anadolu Selçuklu ve nihayet Osmanlı ile İslamiyet evrensel boyutta kabul görür.

Sunni ve Şia ayrımı ile kamplaşan İslam dünyası;  Osmanlının son döneminde yeni bir ayrışmaya uğrar. Bu kez Vahhabilik Arabistan’da oluşur ve tüm mezhepleri yoksa sayar.

Böylece; Hanefilik Türklerin, Şialık Farsların, Vahhabilik Arapların ana mezhebi haline gelir.

Onlar ki; Sonra yüzyıllar boyunca güvenliklerini sağlayan Türkleri, Birinci Dünya Savaşı sırasında, bir altın karşılığında Hristiyan İngilizlere-Fransızlara sattılar.
Onlar ki; Amerikan-İngiliz-Fransızların Irak’ta Afganistan’da Yemen’de, Sudan’da, Habeşistan’da, Somali’de Pakistan’da katliamlara destek oldular. İş birliğiyle yüz binlerce insanın katline, kentlerin yakılıp yıkılmasına neden oldular
Onlar ki; Şimdi de Suriye’de kardeşlerini katlediyorlar. Kitlesel kan, vahşet istiyorlar.
Onlar ki; altından araba koleksiyonu yapıyorlar ama Afrika’daki açlara yardım etmiyorlar.

Şimdi bu Araplara nasıl güveneceksiniz?

Şimdi Araplar; Müslüman mı? Kur’an, peygamber anlayışları ne sormak gerekmez mi?
İncil ve İsa ile alakaları kalmamış vahşetin katliamın aracı yapmış Hristiyan diye kendilerini yansıtanlarla dinler arası diyalog adıyla dostluk kurarak kardeşlerini öldürenler, Kur’an’da nasıl tanımlanıyor? Ne diyelim?

İslamiyetin temeli ilahi mesaj; insanlığa yaratanı, yaratılanı, adaleti, paylaşımı, dürüstlüğü, doğruluğu, ayrım yapmamayı esas alır, bütün insanların eşit olduğu gerçeğine dayanır.

Dünyevileşen, ayrımcılık yapan, para ve seks odaklı insanlar Müslüman olur mu?

İslamcılığın Arapçılık olduğunu hala anlamayan Türkiye ve dünya Müslümanlarını uyandırmak gerekir. Peki ama nasıl ve ne şekilde?

Nurullah AYDIN
8 Haziran 2012 ANKARA