11 Kasım 2023

 




Kezban...

Bu hikâye Malatya’da geçer. Bu, bir tercüman eşliğinde eğlenmek için geneleve gelen iki Amerikalı coni ile genelevde çalışan Kezban’ın hikayesidir..!!! Ah Kezban ah, eli öpülesi Kezban ..!!! Belki de şimdi yaşamıyorsun. Keşke yaşasaydın da görseydin, gerçek orospunun kim olduğunu.. !!! Menderes’in Türkiye’yi ‘küçük Amerika’ yapmaya çalıştığı günlerde, yani 1955-1960′lı yıllarda yaşanmış gerçek bir hayat hikâyesidir… Malatya’nın en canlı sokaklarından biri de, genelev sokağıdır… Gündüz Cumhuriyet Bayramı kutlanmıştı.. Gece saat 12′ye yaklaştığı sırada içeriye ağızlarında pipo, Sarı saçlı, uzun boylu iki kişi ile beraber şık giyinmiş şişman bir adam girdi. Bu iki yabancı, ‘uzman’ sıfatıyla bir dost memleketten getirilmişlerdi… Bir yıldır yakındaki 15.000 nüfuslu bir Anadolu kasabasında görevliydiler… Kasabanın kaymakamına isteklerini anlattıklarında, Kaymakam kasabada böyle bir şey olamayacağını, arzu ederlerse falanca yerdeki ‘Türk pavyon’una gitmelerini tavsiye etmişti… Bunun üzerine iki genç, tercümanlarını da yanlarına alarak önce Malatya’ya, sonra da faytoncunun rehberliğinde buraya gelmişlerdi… Yani Malatya genelevi’ne..!!! İlk dakikalarda yadırgadıkları bu yer, git gide hoşlarına gitmişti. Akşamdan beri 25 müşteri savmış olan Kezban, gramofona oynak bir plâk koymuş, kırmızı mayosunun içinde dönüp duruyordu… Yabancılar Kezban’ı seyretmeye başladılar. Sonunda Kezban’ı işaret ederek, tercümanlarına bir şeyler dediler… Tercüman çaça kadın’a : - Mösyöler bayanı istiyor..!!! Tercümanı duyan Kezban adamlara şöyle bir baktı… Sonra : - Müthiş yorgunum anne. Mazur görsünler..!!! Cevap tercüme edilince, yabancılardan uzun boylusu sertleşen sesi ile : - Ne demek..?!!! - Böyle yerlerde müşteri reddedilmez ..!!! diye diklendi… Kezban hiddetlenerek : - Yorgunum efendim..!!!.. Lâftan anlamaz mısınız siz..?!!! Tercüman : - Bu mösyölerin kim olduğunu bilmiyorsun galiba ..?!!! Hem bir orospu müşterisinin arzusunu yerine getirmeye mecburdur..!!! Kezban : - Ben bir orospuyum..!!! Ama bu mösyöler kim olursa olsunlar, arzularını yerine getirmeyeceğim..!!! Diğer kadınlar şaşkın şaşkın ona bakmaktaydılar… Kezban’ı o güne kadar hep para canlısı olarak düşünmüşlerdi..!!! Tercüman yediği hakareti hazmedememişti : - Senin gibilerinin hakkından polis gelir..!!! - Buyrun efendim, polis iki adımlık yerde..!!! Şişman tercüman hışımla dışarı çıktı. Biraz sonra yaşlıca bir polisle içeri girdi… Ecnebilere karşı daima nazik olmayı, onlara kolaylık göstermeyi vazifesinin mühim bir düsturu sayan polis, Kezban’a : - Mösyöler seni çiftetelli oynarken bulmuşlar… Demek ki yorgunluk bahane… Şu halde sebep ne Kezban..?!!! - Sadece istemiyorum..!!! - Fakat vazifeni unutuyorsun. Sonra senin için fena olur..!!! Genelevin dilberi Kezban, âdeta deliye döndü : - Bana hiç bir şey olmaz, polis bey..!!! Ben gavurlara orospuluk yapmam polis bey ..! Beni nihayet buradan başka bir yere sürebilirsiniz…! Fakat sürüleceğim yer gene Türk ili değil mi ..?!!! Herkes susuyor, iki yabancı alık alık bakıyordu… Kezban ise yumruklarını sallayarak söyleniyordu : - Ben gavur orospusu değilim, polis bey..! - Ben Türk orospusuyum..!!! Diğer kadınlar başlarını önlerine eğmişlerdi… Yaşlı polis ise gözlerindeki ıslaklığı göstermemek için, ağır ağır bahçeye çıkarken Kezban hâlâ bağırıyordu : - Ben gavurun altına yatmam, polis bey..! - Ben Türklerin orospusuyum..! - Gâvurun değil..! Bu anlatılanlar, kaderin sillesini yemiş vesikalı Kezban’ın ; cılız öpülesi elleriyle ; ülkemizi işgal eden gâvurlara attığı yaman tokadın hikâyesidir… İşte böyleee … Bir kaç dolar kazanabilmek için, yabancıların önünde eğilen bütün politikacılarımıza… İş adamlarımıza… Bürokratlarımıza… Medya mensuplarına… Ve “keşke İngilizlerin idaresinde olsaydık ” diyebilen o çok namuslu ( !!! ) Hanım kızlarımıza… Ve, Keşke YUNAN kazansaydı diyen YOBAZ orospulara…

5 Şubat 2019

ANKARA’DA GİDİLECEK NERE VAR Kİ?





Bu soruyu, Ankara’yı beğenmemek/ küçümsemek anlamında, AKP’nin Kayserili Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Mehmet Özhaseki sormuş. Yanıtını da kendisi vermiş: Hacı Bayram, Anıtkabir, bir de Külliye!..

Üniversiteyi Ankara’da okumuş, 8 yıl kadar uzaklaştıktan sonra tekrar dönüp 40’lı yaşların ortalarına kadar bu kentte yaşamış ve kent AKP’nin eline geçmeden önce ayrılmış, bir eski Ankara sevdalısı olarak bu söz bana dokundu.

Sayın Özhaseki, siz ele geçirip metamorfoza uğratmadan önce Ankara, ‘Güzel Ankara’ idi…

Ankara, her şeyden önce bir ‘Kültür Kenti’ idi…

Tiyatro, opera, bale, müzik, sergi, söyleşi/ dinleti denince akla Ankara gelirdi…
Devlet Tiyatrolarının başta Ulus’takiler (Büyük Tiyatro, Küçük Tiyatro, Türkoçağı, Oda Tiyatrosu) olmak üzere, Kızılay’da, Kavaklıdere’de ve Altındağ’da sahneleri vardı. Buralarda öyle sıradan oyunlar değil, 12. Gece, Damdaki Kemancı, kral Lear gibi müzikaller/ büyük yapımlar sahneye konur ve hep kapalı gişe oynanırdı. Öyle ki, bir hafta sonrası için bilet almak üzere millet geceden kuyruğa girerdi.

Ayrıca, Devlet Tiyatrolarının dışında, başta her oyunu ses getiren Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) olmak üzere birçok özel tiyatro vardı ve bunlar da hep kapalı gişe oynardı.

“‘MİLLET BUNLARI İSTEMİYOR’ DEMEYİN OPERAYA DA BALEYE DE TİYATROYA DA TÜRBANLI KADINLARIMIZ DA TÜRBANSIZLAR KADAR AŞIRI İLGİ GÖSTERİYOR”

Ankara denilince Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) akla gelirdi. CSO, cuma akşamları ve cumartesi sabahları olmak üzere haftada 2 konser verirdi. Cumartesi günlerinin baş dinleyicileri İsmet Paşa ve Mevhibe Hanımefendi çifti idi. Salona el ele gelir ve alkışlayanları sevgi ile selamlayarak, sağ en ön baştaki, Paşa’nın kulaklıklarının bulunduğu yerlerine otururlardı.

Ankara’da 25 yıldır yerelde, 17 yıldır da genelde iktidarsınız. Bu süre içinde Ankara’nın nüfusu birkaç kat arttı. Bu artışa koşut olarak sahne sayısını arttırdınız mı? Tam tersine sayı azaldı; Devlet Tiyatrosu ile Opera ve Balesi’nin ödeneklerini, sanatçıların ücretlerini kıstınız; dolayısıyla oyunların kalitesi düştü. CSO’nun yanında ikinci bir senfoni orkestrası kurmak bir yana, CSO konser verecek salon bulamaz oldu…


‘Millet bunları istemiyor’ demeyin; bir taşra kenti Samsun’da bile opera, bale ve tiyatro oyunlarının biletleri bir ay önceden tükeniyor. Şubat’ta Fazıl Say gelecek, biletler 3 ay önce, satışa çıktığı gün kapışıldı. Bir de siz hoşlanmayacaksınız belki ama, bizim mutlu olduğumuz bir bilgi vereyim: operaya da baleye de tiyatroya da türbanlı kadınlarımız da türbansızlar kadar aşırı ilgi gösteriyor!..

Millet değil ama sanırım sizler hoşlanmıyorsunuz. Söylendiğine göre, AKP iktidara geldikten sonra ‘Devlet Ricali’ CSO’ya gelmez olmuş. Oysa CSO, ‘ceddimiz ya da atamız’ dediğiniz, Osmanlı Halife Sultanı 2.Mahmut tarafından kurulmuştur.

“TAPARCASINA SEVDİĞİNİZ VE ‘ULU HAKAN’ DEDİĞİNİZ 2.ABDÜLHAMİD YILDIZ SARAYI’NDA TÜRK MÜZİĞİNİ YASAKLADI”

Sultan 2.Mahmut, Yeniçeri Ocağı ile birlikte Mehteran’ı da kaldırmış, ünlü İtalyan kompozitör Donizetti’yi getirmiş, Paşa unvanı vererek yeni ordusu ‘Asakir-i Mansure-i Muhammediye’ için bando teşkilatını, Saray için de ‘Mızıkayı Hümayun’u kurdurmuştur. Böylece Klasik Batı müziği Osmanlı’nın ‘Saray Müziği’ olmuştur. Klasik müziği en çok seven Padişah, taparcasına sevdiğiniz ve ‘Ulu Hakan’ diyerek TRT’de sürekli dizilerini yaptırıp göklere çıkardığınız 2.Abdülhamid’dir. Öyle ki 2.Abdülhamid Yıldız Sarayı’nda Türk müziğini yasaklamıştır. Aynı zamanda tiyatroyu da çok seven Sultan, Yıldız Sarayı’na tiyatro salonu yaptırmış ve burada Saray mensupları ile birlikte, sürekli hem tiyatro hem de klasik müzik konserleri dinlemiştir. Çocuklarının da klasik müziği çok sevdikleri ve oğlu Şehzade Faruk Efendi ile kızı Naima Sultan’ın çok iyi piyano virtüözleri olduğu bildirilmekte…


Klasik müzikten hoşlanmayan ve Osmanlı’nın kaldırdığı mehteranı çok seven sizler, bu durumda Osmanlı’nın gerisinde olmuyor musunuz?
‘Ankara’da nere var ki’ diyen Kayserili Beyefendi, sizden önce, özellikle yaz günleri, sıcaktan bunalmış Ankaralıların, ailece gelip bozkırın akşam serinliğinden yararlandıkları Gençlik Parkı vardı. İçinde bulunan lokantaları, açık hava tiyatro/ alaturka gazino vd. eğlence yerlerinde herkes kafasına göre takılır ve günün stresini atmış olarak evine dönerdi. Siz geldiniz orası mezbeleliğe döndü.

“‘KUVAYI MİLLİYE VE MİLLİ MÜCADELE’ KONUSUNDA, FETÖ İLE İLİŞKİDE OLDUĞU KADAR ‘HASSAS VE DUYGUSAL’ DEĞİLSİNİZ”

Sayın Özhaseki, yıllarca belediye başkanlığı yaptınız. Yurtdışına çıkmış hatta özel turlar düzenleyerek Pensilvanya’ya gitmişsiniz. Sanırım, göreviniz gereği, kentsel kültürünüzü/ görgünüzü arttırmak için, bu konuda öne çıkan kentleri de ziyaret etmişsinizdir. Umarım, görülmeye değer kentlerin başında bulunan Paris’i de görmüşsünüzdür. Elbette, görgüsüz zengin turistlerin yaptığı gibi, Champs-Elysées’deki marka butiklerde alışveriş yapıp, Eyfel Kulesi’nde fotoğraf çektirdikten sonra dönmemiş, başta bu bulvar olmak üzere diğer büyük bulvarları, köprüleri, parkları/ bahçeleri, müzeleri vs. gezmiş, incelemişsinizdir. Bu arada, Parislilerin ‘kentin akciğeri’ dedikleri Boulogne Ormanı’nı da görmüşsünüzdür. İşte, Paris’in Boulogne Ormanı gibi eskiden Ankara’nın da Atatürk’ten yadigar, Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) vardı. Ankara’nın yoksul halkı, hafta sonları banliyö treni ya da otobüs, dolmuş, hatta kamyonlarla buraya akın eder, özel dondurmasını yer, ayranını ya da birasını içer, piknik yapar, çoluk çocuğu ile oyun oynar, ciğerlerini temiz hava ile doldurarak akşam evlerine dönerlerdi. Yüz yıl sonrasını görebilen Büyük Dahi’nin yarattığı, Ankara için büyük bir şans olan bu çiftlik, sonrasında daha da geliştirileceğine, önünü göremeyen miyop ardılları tarafından yok edildi. Sizden öncekiler, sağdan soldan tırtıklayıp kemirmeye başlamışlardı. Ama gene de siz geldiğinizde, Paris’in Boulogne Ormanı kadar olmasa da New York’un Central Park’ı kadar bir yeşil alan vardı. 
Siz geldiniz, yeşili toptan yok edip orayı da Gençlik Parkı’na benzettiniz…

Kent merkezinde, Batı’dakiler kadar büyük olmasa da, halkın oturup soluklanacağı küçük parklar vardı. Hepsini yok ettiniz. Örneğin, Kızılay Meydanı’nın bir köşesinde, içinde meydana adını veren küçücük Kızılay binası olan Kızılay Parkı, diğer köşesinde, Türk ulusunun çalışarak yükselmesini simgeleyen görkemli anıtı ile Güven Park vardı. Sizden önce Kızılay binası yıkılıp yerine estetik yoksunu bir bina dikilerek Kızılay Parkı yok edildi. Siz de Güven Parkı’nı yok edip orayı Minibüs durağı yaptınız…


Kentler arabalar için değil, insanların sağlıklı yaşayabilmelerine göre tasarımlanır (tasarımlanmalıdır). Siz ise Güven Parkı minibüs parkı yaptığınız gibi yolları da alt üst geçitlerle doldurup köstebek yuvası haline getirerek insanları yürüyemez hale getirdiniz. Oysa geçmişte Ankaralıların en büyük zevki, yaz- kış Kızılay’da akşam turu atmaktı; şimdi gidemiyor, bile…

Sayın Özhaseki, başka bir konuşmanızda, geçmişteki FETÖ ile ilişkinizi, ‘hassas ve duygusal’ olmanıza bağlamışsınız. Öyle görülüyor ki ‘Kuvayı Milliye ve Milli Mücadele’ konusunda, FETÖ ile ilişkide olduğu kadar ‘hassas ve duygusal’ değilsiniz! Öyle olsaydınız, Ankara’da ilk görülecek yerler arasında Kuvayı Milliye ve Milli Mücadele’nin anılarını taşıyan mekanlar aklınıza gelirdi. Gazi Meclis gelirdi, Kalaba’daki ‘Ziraat Mektebi’ gelirdi, Gar’daki ‘Makas Binası’ gelirdi, Çankaya’daki ‘Bağ Evi’ gelirdi vs. İşte, ‘Güzel ANKARA’ denince akla buralar gelir, ‘Kuvayı Milliye ve Milli Mücadele Ruhu’ gelir.

Sayın Özhaseki, öyle görülüyor ki siz Ankara’yı kent olarak metamorfoza uğrattığınız gibi bu ruhu da yok ettiniz!..”

15 Ocak 2019

Zoya Kosmodemyanskaya



  • Bir annenin evladını koruduğu gibi ana yurdunu faşistlerden koruyan kadınlık onurunun, devrimci inancın, teslim alınamaz keskin iradenin adıdır Zoya Kosmodemyanskaya.. 18 yaşındadır. İkinci paylaşım savaşında ''Tanya'' kod adıyla Alman hedeflerine karşı gizli görev yürütürken bir hainin ihbarıyla Alman askerleri tarafından yakalanmıştır. Korkunç işkencelerden sonra Almanlar tarafından asılmıştır. ''duyuyorum nal seslerini, geliyor bizimkiler'' son sözleri olmuştur Zoya'nın ve Sovyet askerleri gelene kadar cesedi darağacında asılı kalmıştır.

     1942 yılının Ocak ayında gömülmüştür Zoya..


    Yıllar sonra Dünya'nın ilk kadın astronotunu uzaya gönderen Sovyetler, keşfettikleri bir kuyruklu yıldıza ''Zoya'' adını vermiştir. Dünya'da değil, evrende yaşayacaktır sonsuza kadar..

    Zoya asıldığında Bursa Ceza evindedir Nazım Hikmet. Hapishanedeyken yazdığı ''Tanya'' isimli şiirini O'na ve faşizme teslim olmayanlara adamıştır.

    Yıllar sonra Nazım'ı Moskova Havaalanında karşılayanlar arasından bir kadın, kendisine yaklaşarak; ''Bursa cezaevinde şiir yazdığınız Zoya benim kızımdır'' der..

    ve yine uzun yıllar geçer aradan.. Yine bir hapishanede, idamını bekleyen genç bir adam, haykırarak okur Tanya'yı.. Deniz Gezmiş'tir o genç adam..

    ve Zoya'nın sırtında kibrit yakıp O'na tecavüz eden Nazilerin tepesine demirden bir yumruk olup inen Stalin.. 
    Saygıyla anıyoruz hepsini..
    ve ''duyuyoruz nal seslerini..''

    8 Kasım 2018

    Andımızı neden istemiyorlar..



    Yazar Arslan Bulut, Erdoğan’ın Andımız konusundaki geri atmaz tutumunu ve Türkçe ezan ile bir tutma girişimini çarpıcı bir analizle irdeledi. Bulut, ‘İşin ardında çok büyük bir proje var’ dedi.
    İşte o yazı…
    “Türk’üm, doğruyum”dan Kürtler mi rahatsız? Bence ABD’nin kara ordusu durumundaki bölücü örgütlere teslim olmamış Kürtlerin Türklükle hiçbir sorunu yoktur! Aksine, Kürtlerin kaderi Türklerle birlikte yazılmıştır. Türk’ün olduğu yerde Kürt de vardır. Türk varsa, orada Kürt de vardır. Türk yoksa Kürt de yoktur.
    “Türküm, doğruyum”dan ise “Türk tarihinin hakkından gelmek lâzım” diyen Karen Fogg’un şahsında Avrupa ve ABD rahatsızdır. Fakat bu rahatsızlık sadece bir söylem değil, ciddi bir projenin yansımasıdır.
    The Wall Street Journal gazetesinin 28 Kasım 2006 tarihli sayısında Hugh Pope, Türkiye’de Türklük oranının yüzde 10 olduğunu iddia etti ve yazısını Boğaziçi Üniversitesi’nin yaptırdığı bir araştırmaya dayandırdı. Türkiye medyasından da bu fikre destek verenler oldu.
    Oysa bu tür propagandalar, 20’nci yüzyılın başında Türkleri Anadolu’dan çıkarmak isteyen işgalcilerin laflarıydı. Üstelik 1993’te Tarhan Erdem yönetiminde yapılan Konda araştırmasında doğrudan Türk olduklarını söyleyenlerin oranı yüzde 86’dır. “Müslüman Türküm” diyenlerin eklenmesiyle bu oran yüzde 89.7’yi bulmaktadır.
    Yüzde 90’ı “Türk’üm” diyen bir ülkede, ilkokul çocuklarına millî benlik kazandırmayı hedefleyen ve artık gelenek haline gelen “Andımız”ı kaldırmak ise Türkiye’yi Türk devleti olmaktan çıkarmak isteyenleri çıldırtıyor. Bu ant durdukça, Türk kimliğiyle nasıl uğraşabilirler?
    Proje ise şudur: Mimarlığını Bernard Lewis’in yaptığı “İstanbul başkentli Ortadoğu Birleşik Devletleri Federasyonu” fikri Özal tarafından belli belirsiz bir şekilde ortaya atılmışsa da ilk olarak Talabani tarafından seslendirilmiştir. Talabani, 1996 yılı Mayıs ayında, “Hayalim İstanbul’un başkent olduğu Ortadoğu Birleşik Devletleri’dir” demişti. Projenin asıl sahibi MOSSAD’dır.
    Nitekim İsrail’in girişimiyle Türkiye, Irak, İran’ın yarısı, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Yemen ve Mısır’ın tek bir federasyonda birleştirilmesi açıkça ortaya konulmuş; buna yönelik olarak Ortadoğu Güvenlik ve İşbirliği Konferansı hazırlanmıştı. Turgut Özal’ın ani ölümü bütün bu planları altüst etmişti. “Büyük İsrail” dedikleri de Ortadoğu Birleşik Devletleri’dir…
    Bölgede Türk, Arap gibi kimliklerin yerine bir Orta Doğu kimliğinin oluşturulabileceğini iddia eden Lewis, Baba Bush’un baş danışmanıydı! Küresel sermaye ise ABD, İngiltere ve İsrail’i savaş aygıtı olarak kullanıp, İran, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Pakistan, Afganistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ı hatta Doğu Türkistan’ı da dahil ederek, 1. Dünya Savaşı öncesinde İngiltere’nin geliştirdiği, “İslam dünyasını ılımlı bir halife şemsiyesinde ve 4’lü konfederasyon modeli ile yönetmek” projesini hayata geçirmeye çalışıyor…
    Aslında bu proje, 1996 yılında Bernard Lewis’in İstanbul’da verdiği “Orta Doğu’nun çok yönlü kimliği üzerine” konferansından önce, 1991 yılında yine İstanbul’da, Sosyalist Enternasyonal toplantısında dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Perez tarafından da kısmen açıklanmıştı…
    Perez, o zaman, 21’inci yüzyılın su savaşları ile başlayabileceğini söylemiş ve çözüm olarak da “Orta Doğu Güvenlik ve İşbirliği Konferansı” toplanmasını, hatta Türkiye’nin önderliğinde bir “Orta Doğu Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı” kurulmasını önermişti…
    Proje, ilk olarak 1958’de Lübnan Başbakanı Sami Sulh ve Kamuran Bedir Han’ın katkılarıyla MOSSAD’ın geliştirdiği, bir siyasi partimizin 2002 seçim bildirgesine “OGİK desteklenecektir” şeklinde girebilen bir tasarımdır!
    Türkiye’yi Türkiye olmaktan çıkarmak için de Türk kimliğini yok etmeleri gerekiyor! Bunun önemli adımlarından biri de Türk çocuklarının her sabah “Türk’üm, doğruyum” diye ant içmesini yasaklamaktır! Konuyu “Türkçe ezan” tartışması ile birleştiriyorlar ki halkın kafası karışsın! 

    27 Ağustos 2016

    Dünyayı yöneten Yahudi ailesi: Rotschild...

    Bunca karmaşık ilişki tahribata önce beyinden başlar.


    Bu Dünyanın gerçek teröristlerini karanlıklarda dağlarda aramayın, cadde ve sokaklarda da göremezsiniz, çünkü onlar şehrin yüksek binalarının en üst katlarında binlerce dolarlık takım elbiseleriyle tepeden hep sizi izlerler.

    Bu Dünyada hangi taşı kaldırsanız altından yahudi Rothschild ailesi çıkıyor, nerede bir savaş, nerede bir ayaklanma var yahudi Rothschild ailesi orada, nerede kan ve göz yaşı var yine onlar, amaçları ve çıkarları uğruna ülkeleri çökertmekten hiç çekinmezler insan hayatının hiç bir değeri yoktur, binlerce,milyonlarca insanı gözlerini kırpmadan ölüme sürüklediler ve sürüklerler, hala bu kirli oyunlarını Dünyanın her bölgesinde sürdürmekteler tüm suikast ve darbelerde onların izini görebilirsiniz.


    Hitler gibi rütbesiz bir askerden Dünyayı titreten bir diktatör yaratabiliyorlarsa, Fransa ve İngiltere'yi savaştırıp çeşitli manipülasyonlarla ingiliz merkez bankasına sahip olabiliyorlarsa, çıkarlarına ve amaçlarına ters düşen Kennedy'e suikast düzenleyip Amerikanın tarihini değiştirebiliyorlarsa bunlardan korkmayan taş olur.




    Aile işaretinin üstünde bulunan yazı tıpkı illuminati ve masonik derneklerde olduğu gibi Ordo ab chao ( kaostan gelen düzen) 'dir.

    Filistin topraklarının osmanlıdan alınmasından sonra seksenli yıllara kadar Türkiye'de pek faaliyet göstertmemişlerdi, Kenan evrenin Amerika seyahatinde darbe emrini alıp ülkeye dönmesine kadar.

    12 Eylül darbesinden sonra yapılan ilk genel seçimde emekli Orgeneral Turgut Sunalp kurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi ile seçimi kazanacak en büyük aday olarak gösteriliyordu, Anavatan partisini kuran Turgut özal 400 milletvekilinin 211 rini alarak büyük bir sürprizle seçimi kazanmıştı, Borzenski sülalesinden gelen Polonya asıllı emekli orgeneral Turgut Sunalp! büyük bir şok içindeyken muhafazakar bir islamcı olduğu bilinen Turgut Özal tek başına hükümet olmanın zaferini yaşıyordu, bir röportajından okumuştum Devlet planlama teşkilatında görevli iken ülkemize gelen Amerikalı misafirleri ağılamakla görevlendirilirmiş, ve Özalın en keyif aldığı şey o misafirleri randevu evine götürüp eğlendirmek olurmuş, her şeyin bir bedeli olmalı değil mi, basit ama gerçek.

    Birde şu detayı göz önünde bulundurmanızı isterim,Nazi Almanyasında fırınlarda ve gaz odalarında öldürülenlerin büyük bir çoğunluğunun yahudi olduğunu sanırız ama asıl gerçek büyük çoğunluğun Polonyalı göçmenler olduğu gerçeğidir, Turgut Sunalp paşanın seçimi kaybetmesinde Polonya asıllı olmasının rolü var mıdır?

    Bu ülkede seçimler,anketler her şey bir dalavereden ibarettir, Dünyayı yöneten yahudi ailesi Rotschıld lerin hizmetini kim yaparsa seçimi her zaman o kazanır,senin benim onun sandığa gitmesi sadece bir gösteriden ibarettir, Rotschıld lerin hükmettiği tüm ülkelerde sistem aynı şekilde işler her seçime % 25 önde başlarlar ve sizin onları yenmeniz mümkün değildir, bu gün siyasi hayata hükmedenler, Soroz'dan maaş alan satılık kalemler,danışman maskesiyle ortalıkta gezinenlerin tümüne yakını ya Rotschild lerin yada onlara bağlı kuruluşların burslarıyla eğitilmişlerdir.

    Başbakanlara ekonomi danışmanlığı yapan Dr. Yılmaz Argüden Rotschıld Türkiye'nin yönetim kurulu başkanlığına getirildi, Türk telekomun özelleştirilmesinde, GSM  şirketlerinin satılmasında, bankalarımızın yabancılara devredilmesinde nedense hep  Rothschild çıkıyor karşımıza, AKP nin ve dolayası ile Recep Tayyip erdoğan'nın bu sıcak yahudi ilişkisi nereden geliyor.


    AKP Genel merkez binası süslemeleri

    İngiliz Parlamento'sunun yer aldığı Westminster Sarayı'nın lobi zemini


    532-537 yılları arasında inşa edilen ayasofya 1075-1308 tarihleri arasında Anadolu'da hüküm süren müslüman bir Türk devleti Selçuklulardan nasıl esinlenmiş olabilir,bu bana inandırıcı gelmiyor.

    Selçuklu kültür ve sanatının temel figürlerinden biri olan sekiz köşeli yıldızın Ortadoğu’da bulunan eski medeniyetlerde ve İslam dünyasında yaygın olarak kullanıldığı, sayı biliminde 8’in cenneti anlatan bir sembol olduğunu belirtiliyor Erdoğan.
    1. Dâri-celal 2. Dâri-karar 3. Dâri-selam 4. Cennetül huld 5. Cennetül mevâ 6. Cennetül adn
    7. Cennetül firdevs 8. Cennetü naim.


    Öyleyse neden ayaklar altında bu kutsal işaret, yalan yalanı doğurur ve yalanın içinde boğulur kalırsınız. 

    Peki tüm bu işaretlerin ve sembollerin birbiriyle çakışması bir tesadüf mü,yoksa çok kurnazca hazırlanmış bir senaryonun belirtileri mi?


    Prof.Dr. Kerem Doksat hoca cihaner olayını şöyle açıklamış:
    Savcı Cihaner’i apar topar aldılar, adliye bastılar, evini aradılar. Günlerdir gelişen olaylar zinciri neticesinde “devlet krizi” bile çıktı. Konuyu ve gelişmeleri az çok herkes bildiği için bu kısımlara çok girmeyeceğim.Peki, asıl neden neydi?
    Gerçekten başsavcı bir cemaat yapılanması hakkında yürüttüğü araştırma nedeniyle mi cezalandırılıyordu?


    Hayır, gerçekler şunlar:
    AKP, olayın cemaat üzerine giden bir başsavcının kendileri tarafından cezalandırılıyormuş görüntüsünden memnun.
    AKP, olayın Ergenekon davası vs. konularla ilişkilendirilmesinden ve siyasi bir olaya dönüşmesinden memnun. Bu sayede konunun aslı hiç araştırılmıyor, çünkü tribünler dolu, herkes maça odaklanmış durumda.

    AKP, olayın bir yüksek yargı çatışmasına dönüşmesinden memnun,çünkü AKP-Asker, AKP-Yargı, AKP-Adını Sen Söyle tartışmalarının hepsinde mağdur, mazlum rolünü kimselere kaptırmıyor, bu süreçlerde basın yoluyla sürekli kurumlar yıpratılıyor.

    Olayın gerçek sebebi ne olabilir?
    Erzincan altın, gümüş ve diğer değerli metal varlıkları açısından çok zengin bir bölge. Sadece altın rezervinin ilk yapılan çalışmalarda bugünkü değerle 3 milyar Dolar (yaklaşık 80 ton) olduğu söyleniyor,bu rakam uzmanlara göre ancak devede kulak.
    Erzincan’ın İliç ilçesinde altın madeni ruhsatı alan şirket tahmin edin kim?
    Sürpriz yok: 
    Çalık Maden.
    Hani Holding’in genel müdürü var ya, Başbakan’ın damadı. İşte o şirket.
    Ortağı kim?
    Sürpriz yok: 
    Anatolia Minerals.
    İsmi Anatolia Minerals ama bir Kanada şirketi. İlginç değil mi? Kanada şirketinin adı Anadolu Madencilik.
    Ortakları kim dersek yine sürpriz yok, Ahmet Çalık,artık Türkiye’de her taşın altında aynı ismi görmek mümkün.
    Çalık Holding’in maden konusundaki stratejik ortağı Ahmet Çalık’ın da “member of board’da” olduğu AMDL grubu. AMDL’nin açılımı Anatolian Minerals Development Limited.
    Kim bu AMDL diye sorarsak karşımıza yine sürpriz olmayan bir global şirket çıkıyor: 
    Rio Tinto.
    Rio Tinto ismi yabancı değil, dünyada daha çok çevre katili olarak anılıyor. Kısaca Rio Tinto, 200 milyar Dolarlık bir şirket, yaklaşık yarısının sahibi Birleşik Krallık asıllı.
    Ayrıca, geçtiğimiz yıl Çin’de bu şirketin 5 yetkilisi fesat ve casusluk suçlamasıyla (corruption and espionage) tutuklandı.
    Rio Tinto’nun büyük hissedarı Rothschild Ailesi. İşte bu da hiç sürpriz değil.


    Başka nedenlere bakalım,Geçen günlerde medyada ilginç bir haber yer almıştı  "Sermayesinin savaşlar ve kan olduğu bilinen, servetinin bugün trilyonlarca dolar olduğu tahmin edilen Rothschild hanedanlığı, gözünü İstanbul’a dikti! İDO ve İGDAŞ başta olmak üzere belediye şirketlerini satın almak için dünyaca ünlü Yahudi para baronlarından Rothschild ailesinin Türkiye yönetim kurulu başkanı Dr. Yılmaz Argüden kapıyı çaldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait şirketlerin satışıyla ilgilenen Rothschild’ler ve Yahudi düşünce kuruluşlarının temsilcileri randevu talep etti."

    "Kanal İstanbul" projesi de İstanbul’u üç dinin merkezi haline getirmeyi öngören 1948 tarihli Thornburg raporunda öngörülen kamulaştırmaların yapılamamasından dolayı ortaya atılmıştır, bu proje, dönemin masonları tarafından gündeme getirilmişti ama sonra rafa kaldırılmıştı.

    Kanal İstanbul projesi, mason localarında pişirilmiş sonra da Başbakanlığa servis edilmiş bir yahudi projesidir! 

    Rothschild ve dolayısıyla Amerika’nın Tayyip Erdoğan’ı, Tayyip Erdoğan’ın Amerika’yı keşfetmesi karşılıklıydı. Nisan 1995’te Amerika’ya giden Tayyip Erdoğan’ın Amerika ziyaretleri, Kasım 1996 da, Aralık 1996’da ve sonraki yıllarda devam etti. 

    İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu sırada aldığı 10 ay hapis cezası 27 Eylül 1998’de onanan Tayyip Erdoğan’ı, hemen ertesi gün ziyaret eden Amerika İstanbul Başkonsolosu Carolyn Huggins, "Bu tür gelişmeler Türkiye demokrasisi üzerindeki güveni azaltır" diyerek Tayyip Erdoğan’ın arkasındaki Amerikan desteğini ilan etmişti. 

    Aynı konuda Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü James Rubin de aynı mesajı vermişti. Ve ilginç bir rastlantı olarak, Tayyip Erdoğan, 26 Mart 1998’de cezaevine girmeden hemen önce yine Amerika’daydı, Tayyip Erdoğan'ın şiir okuduğu için hapse atılması mağdur edebiyatının başlangıç komplosu muydu acaba? 

    Tayyip Erdoğan- Rafael Sadi ikilisi Kasımpaşa'dan ilkokul ve mahalle arkadaşıdır, Rafael Sadi 19 yıldır İsrail'de yaşayan Türkiye kökenli bir musevi, gelin görün ki İsrail'de doğup büyümüş bir yahudiden daha fanatiktir, İsrail'in kanlı-kansız bütün eylemlerini militanca savunur, İsrail devletine toz kondurmaz.  
    Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ziyaretleri başta olmak üzere özellikle Türkiye'den İsrail'e yapılan üst düzey ziyaretleri "gazeteci" sıfatıyla yakından izler, pos bıyıkları, iri göbeği ve ağzından düşürmediği sokak argosu ile yolda görseniz tipik bir Türk esnafı zannedersiniz, Oda tv ye yapılan baskında onun rolü ne idi acaba?


    Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Sosyalist Grup Başkanı Andreas Gross, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, kendisine  "Artık Anayasa’nın ilk üç maddesi gibi Türklüğe vurgu yapan maddelere ihtiyaç duyulmadığını" ve bu maddelerin "ileride olmayacağını" söylediğini açıkladı, Başbakan BOP eş başkanı olduğunu göğsünü gere gere açıklarken Anayasayı değiştirmek adına bu tavizleri mi vermişti?






    Tabi ki tanırsın,çünkü emir büyük yerden,hem insan yol arkadaşını tanımaz mı?


    Biz değil miydik  Kuzey Irak’ta "kırmızı çizgiler" ilan eden. 
    Biz değil miydik “Kerkük’e, Musul’a Kürt peşmergeler giremez” diye naralar atan.
    Biz değil miydik “Irak’a asker gönderip göndermeyeceğimiz konusunda muhatabımız Kuzey Irak’taki aşiret liderleri değil, Amerika Birleşik Devletleri’dir” diye konuşan.

    Geriye dönüp bakın bakalım.     

    Kimin dediği olmuş bugüne kadar. Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti’nin mi yoksa daha devlet kavramına bile aşina olmayan iki tane Kürt aşiret reisinin mi? sınır kapılarımızda çavuşlarımızla muhatap olabilen bu adamları, kırmızı halılarla karşılayıp abim diyerek bağrına basan bizim Dışişleri bakanımız değil mi? 

    Amerika ile istihbarat  paylaşımı anlaşması yapıldı, başına saygın bir Türk emekli general getirildi peki alınan netice nedir, Koca bir fiyasko, Türk ordusuna bir bilgi verilirken kandil dağına on bilgi ulaştırıldı, tıpkı kuzey ırak'ta Türk askerinin başına çuval geçirme olayının organize edilmesi gibi, bu iki olay da Başbakanın bilgisi dahilinde gerçekleştirildi diye düşünüyorum.


    Şimdi bu iki resme çok iyi bakın,Irak'a demokrasi getireceğiz diye girenler Irak halkının Altın külçelerini su tankeri görümü verilmiş kamyonlarla kendi ülkelerine nasıl kaçırdıklarının belgesidir.




    Milyonlarca müslümanın katledilmesine ortak olurken ve Amerikan askerlerinin ülkesine sağ salim dönmesi için dua eden bir adamın inançlarını sorgulamak gerekmiyor mu?

    Ülkenin her köşesi Ajanlarla işgal edilmiş durumda, Emniyet genel müdürlüğü binasında 35 üst düzey CIA Ajanı oturuyor, kimin emriyle acaba? Aselsan mühendislerimiz öldürülüyor, petrol mühendislerimiz öldürülüyor, istihbarat subaylarımız suikast'e uğruyor, Devletin açıklaması "İntihar ettiler" bu kadar trajikomik olabilir mi? bu olaylara şahit olanlar ya enteresan bir şekilde kayıp oluyor, yada bir kazaya kurban gidiyor, adeta içeriden işgal edilmiş gibiyiz.

    Başbakana danışmanlık edenler kimlerin tezgahından geçerek geliyorlar acaba hiç düşündünüz mü? ve kısa süre sonra hangi bakanlıkların koltuğuna oturuyorlar bir inceleyin, Maliyesini ingiliz pasaportlu bir adama teslim eden kaç ülke var bu Dünyada, Anayasasını kendi halkından önce Amerika ve Avrupa'ya anlatan kaç ülke tanıyorsunuz. 

    Kanada’dan başında kipasıyla belirip, açıklamalarıyla bilmem kaç kişinin hayatını karartan, ve aynı hızla karanlık köşesine çekilen sözde Ergenekon tanığı Tuncay Güney, bu adamın hangi güçler tarafından yetiştirilip ortaya salındığı belli değil mi, hükümetin devlet televizyonunu  adeta bu adama tahsis edip aylarca kin kusmasına müsaade etmesi, ağzından çıkan her ismim bir bir silivri zindanlarına atılması kimlerin organizasyonuyla hayata geçti acaba, dünyanın her ülkesinde kirli ajanlarıyla boy gösteren Rothschild ailesinin sihirli elleri ve taşeron hükümetin sınırsız desteğiyle gerçekleşiyor bu hain tuzaklar, amaç Dicle ve Fırat arasındaki hayali gerçekleştirmek.





















    Hangi oyunlara kurban ediliyoruz, hangi tuzaklara çekiliyoruz, bu nasıl bir iş birliğidir, Talabani ve Tuncay güney, hangi çirkin planın ardından çekildi bu resim.


    Rothschild'ler ile Erdoğan ailesinin ilişkilerini ve Rothschild'lerin Türkiyed'e ki kirli oyunlarını yazmaya devam edeceğim kendi çapımda inançlardaki maskeleri düşürmek adına.Evet devam edecek...
    Fethullahın kaldığı çiftlik evi ve gizemli korumaları?


    Tufan Genç