9 Eylül 2014

İnönü den Cemal Gürsel' e mektup...



Inönü' den mektup
Sayın Benan Baykal
Parti Meclisi üyesi
 
Değerli arkadaşım,

 
Bu sabah annem Özden Toker ile birlikte İsmet İnönü’yü doğum yıldönümünde -24 Eylül 1884-Anıtkabir’de andık. Tarihte bu kadar büyük haksızlığa ve acımasız eleştiriye uğramış devlet adamı azdır..İnsafsızca saldırılara “ömrüm boyunca vatan için aziz olan bir dava peşinde koştum, veremeyeceğim hesap yoktur” diyerek karşı çıkan İnönü’ye ait tarihi bir belgeyi arşiv bilgisi olarak dikkatinize sunuyorum.
 
Yassıada Mahkemelerinin başından itibaren ölüm cezalarına karşı olduğunu Adalet Bakanı Abdullah Gözübüyük’ten, Cemal Gürsel’e ve temas ettiği MBK üyelerine aylarca öncesinden ifade eden İsmet İnönü, çabalarının sonuçsuz kalması üzerine, idam kararlarının açıklanmasının ardından Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel’e siyasi ders niteliğinde bir mektup yazmıştı. Ekte 13 Eylül 1961 tarihli bu mektubu bulacaksınız ve zaman içinde İnönü’nün öngörülerinin ne kadar doğru çıktığına şaşacaksınız.
 
Selam ve saygılarımla başarılar dilerim.
 
Gülsün Bilgehan
Ankara Milletvekili ve Parti Meclisi üyesi
24/09/2012-Ankara



Orgeneral Cemal GÜRSEL

Sayın Silahlı Kuvvetler Başkumandanı ve Milli Birlik Komitesi Başkanı

Yassıada kararları tebliğ ve ilan edilmek üzeredir. Kararlar arasında ölüm cezaları bulunursa bunların infazı  Anayasaya göre Milli Birlik Komitesinin tasdikine bağlı olacaktır.

Kararların tebliğinden iki gün evvel yüksek makamınıza müracaat ederek ölüm cezalarının infazı hususundaki ciddi endişelerimin Milli Birlik Komitesine duyurulmasına tavassut buyurulmasını –aracılık-istirham ediyorum.

Memleketin siyasi hayatında mesuliyet sahibi olarak idam cezalarının tasdikindeki büyük zararları arz etmek için başka bir vasıtamız ve çaremiz olmadığından, müracaatımın zaruri görülmesini saygılarımla rica ederim.

Mahkemenin her tesirden uzak olarak tam bağımsızlıkla karar vereceğine ve mahkemenin vereceği kararların adil olacağına şüphe yoktur. Ancak, Milli Birlik Komitesi üyeleri, ölüm cezalarının infazı için son söz sahibi olmak salahiyetiyle teçhiz edilmişlerdir. Bu hususta Milli Birlik Komitesi üyeleri, hükümlerin kararlarına mesnet teşkil eden hukuki ve kanuni unsurlar dışındaki bazı gerçekleri ve zaruretleri göz önünde bulundurmak mevkiindedirler.

Ben bu müracaatımla, memleketin selameti bakımından hayati ehemmiyette saydığım bu gerçekleri ve zaruretleri ortaya koymak istiyorum.

Sayın Orgeneralim,

Memleketimizin bugünkü halinde ne kadar az sayıda olursa olsun, ölüm kararlarının tasdik ve infazı yüksek milli menfaatlere her suretle aykırıdır. Kansız bir ihtilal yapıldı. Böyle bir ihtilalden bir buçuk sene sonra, geçmiş bir iktidar erkânının siyasi suçlarından dolayı idam edilmeleri, siyasi idamların bünyesinde zaten mevcut olan hak tereddüdünü azami ölçüde arttırmış olacaktır. Suçluların en ziyade kahrını çekmiş vatandaşlar bile bu infazı aşırı bulacak ve müteessir olacaklardır. İhtilalden bir buçuk sene sonra seçimlere gidiyoruz. Eski, yeni siyasi parti mensupları arasında yaklaşma ve anlaşma çareleri arıyoruz. Bu çabalama içinde artık eskimiş olan siyasi suçlardan dolayı idam cezası tatbik etmek, siyasi partiler arasında ve memlekette manen huzur teessüsünü imkânsız kılacaktır.

Unutmamalı ki, yarın seçime gidecek ve seçimlerden sonra idareye katılacak siyasi partilerin çoğu, geçmiş iktidar partisinin mensuplarına büyük mikyasta istinat etmektedir. Bunlar yalnız seçim esnasında değil, seçimden sonra da ruhlardaki daimi yarayı işletmekten geri kalmayacaklardır. Ceza tatbikinin bünyesinde taşıdığı ibret ve tenbih hususları, şimdiye kadar infaz yapılmamasında daha ziyade mevcuttur. Memleket huzurunun ve vatandaş münasebetlerinin iyi yola girmesi için ümitlerin bağlanabileceği tek çare bundan ibarettir. Suçluların idam olunmaması, ayaklanma teşebbüsünde olacakların cüretini arttıracağı endişesi mübalağa edilmemelidir. Ayaklanma teşebbüsünün maddi kuvveti, hiçbir zaman devlet ve hükümetin kuvveti ile başa çıkamaz. Bu teşebbüslerin dikkate alınacak tarafları daha ziyade ruhi ve manevi kuvvetleridir. Bu kuvvetler ise, idam cezasının infaz olunması ile artmak ve infaz olunmaması ile zayıflamak istidadındadırlar. İnsanların tecrübesinin bir değeri varsa, bizim her yerde gördüğümüz sonuç budur.

Sayın Orgeneral,

Biraz da infaz meselesinin bir diğer önemli tarafına temas etmek isterim.

Mahkemenin vereceği kararlara tesir edilmemesi ve mahkemece verilen kararların tatbik edilmesinin, ordunun isteği olduğundan bahsedilmektedir. Mahkeme kararlarına tesir edilmemesi arzusu ordu için tabii bir ihtiyaçtır. En büyük milli müessesemiz olan ordumuzun adalet bağımsızlığı fikri ile dolu olmasını, millet anlayışının bir yankısı saymak lazımdır. Bu arzu takdire ve saygıya layıktır. Yalnız, ölüm cezasının infazı ayrı bir meseledir. Nitekim Anayasa bunu, Milli Birlik Komitesinin hususi kararına bağlayarak kayıt ve şart altına almıştır.

Eğer varit ise, ordu adına Milli Birlik Komitesinin idam kararının tasdikine icbar edilmesi-zorlanması-haksız ve kanunsuzdur. Ordu adının böyle bir mevzuda kullanılması, Türk ordusunun edebi şerefine karşı saygı duygusu ile telif olunamaz. Ordu tesiri ile bir infaz muamelesi millette orduya karşı deva bulmaz bir kızgınlık yaratacaktır. Milletle ordu arasına girecek böyle bir hatıranın tepkisini düşünmek, insana dehşet veriyor.

Bilhassa, ,infaz kararında ordunun tesirini Milli Birlik Komitesince yerine getirmek, akla gelebilecek mahsurların en büyüğünü taşır ve tarih önünde karar verenlere de verdirenlere de hesapsız vebal yükler. Ordunun böyle bir tesir yaptığına ve yapacağına asla inanmıyorum. Milli Birlik Komitesinin, ağır ve şerefli vazifesini tamamlarken, memleketin selameti bakımından duyduğum endişelerin üzerinde duracağına ümit ediyorum.

Sayın Orgeneral,

Türkiye bugün bir ittifak manzumesi –topluluğu-içindedir. Her meselenin önünde, Milli Savunma için müttefikler arasında haysiyetli ve itibarlı bir mevkide bulunmamızın büyük ehemmiyeti vardır. Bu, bizim için öyle bir ihtiyaçtır ki, bunda kusurlu olmak, hatta ittifak manzumesi içinde bizden daha kusurlu üyelerin bulunması ihtimalinde bile bizim için mazeret teşkil edemez.
Siyasi suçlardan dolayı ölüm cezası, bugün yeryüzünde hemen hiçbir medeni ülkede kalmamış gibidir. Türlü tehlike karşısında bulunan memleketimizin bekçileri ve koruyucuları olan Milli Birlik Komitesi üyelerinin, ellerindeki aziz emaneti, vehim bir itibar buhranına maruz bırakmayacaklarını hulus ve ümit ediyorum.

Sayın Orgeneral,

İnfaz meselesinde düşündüklerimi şimdiye kadar muhtelif vesilelerle size ve temas edebileceğim Milli Birlik Komitesi üyelerine tam bir açıklık ve kesinlikle söylemekte kusur etmedim. Şimdi resmi vazife olarak, son kararı vereceğiniz anda Milli Birlik Komitesine bu konudaki düşüncelerimin resmen bildirilmesini sizden niyaz ediyorum.

Üstün saygılarımın kabulünü istihdam ederim Sayın Orgeneralim.13 Eylül 1961
İsmet İNÖNÜ

10 Mayıs 2014

Süleyman'ın iç organları..



 
 
Kendisini yeterince güçlü hissetmeyen insanlar “güç” ten bahsedenlerin etrafında toplanırlar. Artık o toplumun kontrolü gücü elinde bulunduranlar için çok kolaydır, yaşadığımız zaman bunun örnekleri ve gerçekleriyle dolu değil mi!.
Türk insanını küçük görme, küçük düşürme politikalarını dört koldan sistemli bir şekilde sürdürüyorlar, ve toplumda yarattıkları karamsarlıkla şanlı Türk tarihini yok sayıp Osmanlı dışında gurur duyabileceğimiz hiçbir değerimizin olmadığı fikrini insanların beynine işlemeye uğraşıyorlar.

Osmanlı iyisi ile kötüsü ile yaşandı ve bitti, Osmanlıyı yeniden diriltmeye ne kimsenin gücü yeter, ne de yaşadığımız dünya buna müsaade eder, kimse hayal peşinde koşmasın!

Şimdi her işi gücü bıraktık Eylül 1566 Zigetvar da ölen Süleyman''ın iç organlarını 450 yıl sonra Şehzade Selim gelip tahtı devralana kadar bin bir oyunla padişahın ölümünü vezirlerden bile 48 gün gizleyen Sokullu Mehmet paşanın belgelerinden yola çıkarak Altın bir leğen içinde gömüldüğü sanılan Macaristan semalarında aramaya başladık,  Kanuni'nin varlığını, Şehzade Mustafa'nın babası tarafından  boğdurularak  öldürüldüğünü televizyon dizisinden öğrenen yurdum insanı çok heyecanlanmıştır eminim, kendini en muhafazakar sayanlar bu konuda sınırsız bir ödenekle hızlı bir çalışmanın içine girdiler neticesi ne olacak, amaç nedir merak içindeyim, Konu Süleyman'ın mezarı ise yeri belli Süleymaniye camisi bahçesine defnedildi, yok amaç her organı için yeni yeni türbeler dikip çeşitli hurafeler dizmekse ona inanacak guruplar belli zaten göstermenize gerek bile yok, söyleyin yeter!.

Böylesi olayları bizler daha öncede yaşadık, mesela Erdoğan ""kaldırın bu ucubeleri buradan"" dedi, Kars'taki yıktırılan heykellerden bahsediyorum, hani Nakşilerin oylarına göz dikip sanata, sanatçıya efelendiği heykeller, sebebini sorduklarında Eb-u Hasan Harakani türbesinin üzerine basıyormuş heykelin ayakları!

Kimdir bu türbesi olan hazret ?
Eb-u  Hasan  Harakani  önemli bir  Nakşibendi evliyası  olarak kabul  görür, o türbenin  boş  ve uydurma  olduğunu Nakşiler  kadar Erdoğan'da  bal gibi  biliyordu  elbet, Nakşiler,  “Evliyamız Harakan’da  doğmuş,  Harakan’da  ölmüştür. Mezarı, İran’ın  Bistam  kenti  yakınlarında, Harakan`dadır”  derler ve  hatta  o Türbenin de  fotoğraflarını, videlarını  yayımlarlar, ama  olsun onların   Kars’taki  ikinci Türbeye de  bir itirazları  olmaz maksat  türbe olsun,  fazla türbe  göz çıkarmaz  nasılsa  yeter ki  şartlar  istismara açık  olsun!

Şimdi gelelim işin hurafe boyutuna.. Türbenin yapılış tarihi 1579.

Eb-u  Hasan  Harakani  70 yaşındayken  Kars’ın fethi  harekatına katılmış  ve  orada  şehit  düşmüş böyle  söyleniyor, peki  Kars’ın fethi  ne zamanmış,  yani Harakani  ne  zaman şehit  olmuş, 1064’ te…

1579 – 1064 = 515

515 yıl !.. Peki nereden icap etmiş 515 yıl sonra türbe?..

1579 yılında Kars Kalesi tamir edilirken bir asker rüyasında Harakani hazretlerini görmüş, Asker bunu Lala Mustafa Paşa’ya anlatmış, surların dibini kazmışlar, bir de ne görsünler Harakani hazretleri !.. Almışlar, bir türbe yapıp içine koymuşlar!.

Çoktur bizim ülkede böyle yüzlerce yıl sonra birinin mezarını bulma ve sonra da cesedini anında teşhis etme gibi adli tıp başarıları, Harakani’nin üstelik de İran’da olan mezarını 515 yıl sonra Kars’ta bulmak ne ki!..

669 yılında 90 yaşında Emevi halife Muaviye döneminde İslam Ordusu’nun İstanbul’u kuşatması sırasında Şehit olduğu yazılan Hz. Halid Bin Zeyd Ebu Eyyup El Ensari`(Eyüp Sultan) nin cenazesini 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet`in hocası Ak Şemsetin`in rüya`ya yatmasıyla 780 yıl sonra surların dibinde bulup üzerine camii ve türbe yapmadık mı?..

Hz. Ali ile birlikte Haricilere karşı savaşan Hz. Eyyup, nasıl oluyor da  can düşmanı Muaviye’nin ordusuyla sefere katılıyor ve bu seferde Kimilerine göre komutan İslam dünyasında zulmün ve kötülüğün sembolü olarak bilinen, Hz. Hüseyin’in katili Yezid’tir, kimilerine göre ise Sufyan İbn-i Avf’tır bu çelişkiler sizin kafanızı karıştırmaz mı?..

Hz. Ebu Eyyup Sahabi’ydi, Hz. Muhammed’i Medine’deki evinde 7 ay misafir etti, Bedir, Uhud ve Hendek Savaşı’nın kahramanlarındandı, Hz. Ali’nin hilafeti döneminde onunla birlikte Haricilere karşı savaştı, Hz. Ali döneminde Medine kaymakamlığı yaptı, Hz. Ebu Eyyup’un hayatına dair bundan sonraki bölümler tamamen rivayettir. Yani söylentiden ibarettir, bunlardan biri de İstanbul Eyüp Sultan’daki mezarıdır, Eyüp Sultan’daki sandukada aslında ne var?..

Aklı olanlar için tarih bir sır değildir ve gerçekleri gizlemez! Lakin her zaman hoşunuza gidecek cümleler kurmayabilir, öncelikle buna hazırlıklı olmalısınız..

Önce herkesin şunu anlaması lazım, Osmanlı bir İslam devleti miydi?

Bazı araştırmacılar Osmanlı İslami bir devlet olabilir ama bir İslam devleti değildir diyor. "Osmanlı islami bir imparatorluktu. Tebaasında İslami yaşam tarzını benimseyen ama hukuki uygulamalarında şer’i yasalara göre hareket etmeyen bir imparatorluktu. Şeriatın uygulanmasına yönelik talepler çöküş dönemlerinde karşımıza çıkar. Bu talepler de ıslahat hareketleri ile engellenmeye çalışılır. Zaten Osmanlı’nın çöküşünü hızlandıran da bu talepler karşısında hanedanlığın takındığı çelişkili tavırdır. Merkezde geleneğe ve İslami kurallara ağırlık verilmeye çalışılırken, surların dışında farklı bir politika izlenir."

Peki Osmanlı Türk müdür?

Bugün Osmanlı şiiri denilince neden aklımıza Kaygusuz Abdal, Yunus Emre, Pir Sultan, Karacaoğlan değil de; Baki, Fuzuli, Nedim gelir?  Ebu Suud Efendi neden “ Yunus Emre okuyan şirke girer?” diye fetva verir? Yine Osmanlı şairlerinden Hafız Hamdi Çelebi'nin 1499 yılında yazdığı şiirinde, “Baban da olsa Türkü öldür” nakaratı neden hafızalardan silinmez, yine bir Osmanlı şairi olan Nef’ inin  “Tanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır” dizeleri hangi Türk'ün canını acıtmaz,  Osmanlı‘yı "Türk" sandığı için savunan muhafazakar milliyetçi kesimin Osmanlı’nın gerçek yüzünü görmesini dilerim, kimdir bu insanlar ve gerçek ana dilleri nedir? Örneğin Osmanlı sarayında çalışan hattatlar nerelidir? Minyatürcüler nerelidir? Mesela Mimar Sinan Rum asıllıdır. Osmanlı mimarisinin şekillenmesinde  ermeni nakkaşların, Rum kalfaların emeğini yok saymak mümkün mü. Osmanlı’yı Osmanlı yapan sebeplerden biri de devşirmelerdir, her dinden, her dilden insanları bünyesinde toplamasa Osmanlı bunca uzun yaşayabilir miydi bunu ciddi olarak düşünmek lazım.

İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türk’e kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır.
İstanbul’un alınmasından 4. Murat’ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde, devşirmelerden 66, Türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atandığını, aynı dönemde devşirmelerin toplam 167 yıl, Türk kökenli sadrazamların da 17 yıl görev yaptığı gerçeği Türklere yaklaşımı gösteren ayrı bir kanıttır. Padişahlar, yakın korumalarını da hep devşirme (kul-köle) olanlardan seçmişlerdir.

Ulusçuluğun etkisi ile etnik kökenlilerin, Osmanlı yönetiminden birer birer ayrılmaya başladığı 19. yüzyılın ilk yarısında hatta sonlarında bile, Osmanlı yönetiminin Türk’e olan yaklaşımı değişmemişti. 1874 yılında “Dünya Tarihi” kitabının yazarı, Askeri Okullar Bakanı Süleyman Paşa, “Osmanlı devletin adıdır, milletimizin adı Türk’tür” görüşünü savunmasına karşın, bu düşüncesini kendi kitabında bile kullanmaya cesaret edememişti.

Abdülhamit’in Araplara ve İslamiyet’e dayanan siyaseti, Türkü, Türkçüleri baş düşman olarak görmekteydi. Onun zamanında “Türküm demek, Türk’ten söz etmek büyük suçtu”.
Türk ulusunun kanı ve canı üzerinde kurulan bu saltanata karşı 1. Murat'tan başlayarak padişah analarının kökeni ve padişahların şeceresine bakıldığında Türk'e düşman oluş nedeni daha iyi anlaşılacak, "ecdat" özlemi çekenlerin " ecdatları" daha iyi tanınmış olunacaktır!.

Mustafa Kemal Atatürk'e işte tüm bu sebeplerden dolayı Türk’e Türklüğünü, dünyaya insanlığı yeniden hatırlattığı için binlerce teşekkür ederim..

Gençliğe hitabe kaldırılsın diyenleri, bayrağımıza tahammül edemeyenleri, Türk'üm demekten kaçanları, şanlı Türk tarihini yok sayanları, kurtuluş savaşı yapılmamıştır diyenleri, şehitlikler
uydurmadır deme gafletine düşenleri, İstiklal marşımızı duymak istemeyenleri, Türk Askerini, gazetecileri, bilim adamlarını zindanlarda ölüme mahkum edenleri, onlarca yobazı kahraman ilan ederek adeta Türk'lerden intikam alma sevdasına düşenleri şimdi anladınız mı, şimdi anladınız mı Mustafa Kemal Atatürk dendi mi gözlerinin neden pörtlediğini!...

 
Tufan Genç

24 Mart 2014

Cibilliyet meselesi...






Başbakan Erdoğan, CHP lideri Kılıçdaroğlu’na “Senin cibilliyetin ne?” diye sordu. Kılıçdaroğlu Tuncelili olduğunu söyledi; “Aile kökenimi merak ediyorsan İstanbul Müftülüğü’ne sor” dedi. Kılıçdaroğlu kendinden emin; elinde 6 metre uzunluğunda soy ağacı var. Erdoğan, ailesinin kökenini biliyor mu? Akrabaları niye idam edildi? Şehit dediği dedesinin kaydı niye yok? Bakatalı Tayyip kim? Ben yazayım, siz okuyun ve karar verin; işte iki liderin soy kütükleri…

Kemal Kılıçdaroğlu’nun nüfus kütüğünde, Tunceli Nazımiye, Ballıca Köyü yazılı. Soyu Kureyşan (Kureyş) Ocağı’ndan geliyor. Kureyşan Ocağı demek, Horasan demek.
Oniki İmamlar ile akraba olduğu düşünülen Kureyşan Ocağı nasıl Müslüman oldu: Zerdüşt/Yezidi olan Horasan’daki Deylaman (Dersim) halkı 873’te Müslüman oldu. 917’de ise Caferi Sadık mezhebini/Aleviliği kabul etti.

Türk müydüler, Kürt müydüler?
Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, “Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar (1453-1650)” adlı çalışmasının 4’üncü cildinde Kureyş Ocağı’nın Oğuzlar’ın Bozok kolunun Beğdili boyundan gelen Türkler olduğunu yazdı.
Anadolu’daki Oğuz boyu içindeki Beğdili büyüklük olarak; Avşar, Yıva, Kayı, Bayad’dan sonra beşinci sırada gelmekte.
Beğdili Türkmenler’i Anadolu’da geniş bir alana yayılmıştı: Adana, Afyon, Aksaray, Akşehir, Ankara, Antakya, Aydın, Antep, Birecik, Yozgat, Çorum, Diyarbakır, İçel, Karaman, Kayseri, Kırşehir, Kilis, Konya, Kütahya, Malatya, Maraş, Mardin, Muğla, Niğde, Samsun, Sivas, Tarsus, Urfa.
Benzer araştırmayı Başbakanlık Arşivi Belgeleri’nde yapan Cevdet Türkay da, “Oymak, Aşiret ve Cemaatler” adlı çalışmasında yaptı; Kureyş Ocağı’nın Akşehir Sancağı’na bağlı olduğunu belirtti. Türkay da Kureyş Ocağı’nın Türkmen olduğunu yazdı.

Konuyu çok genişletmeyeyim; Kılıçdaroğlu’nun elinde 6 metre uzunluğundaki soy ağacı var. Bu belgeye göre, merkezi Tunceli olan Kureyşan Ocağı’na bağlı 12 kol var. Kılıçdaroğlu’nun ailesi, Kureyşan Ocağı’nın Haydaran Aşireti’ne mensup.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun akrabaları arasında ünlü isimler var; Mahmud Hayrani, Nasrettin Hoca gibi… İstanbul’un Kadıköy ilçesine adını veren İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Bey (1407-1459), Kureyşan Ocağı’ndan Mahmud Hayrani’nin torunlarından.
Kılıçdaroğlu’nun kimliği konusunda Başbakan Erdoğan’ın “cibilliyetin ne” diye kabalaşarak nereye varmak istediği artık biliniyor. Bunu farklı cümlerlerle daha önce de yaptı. Fakat…
Dersimlilerin Horasanlı olduğunu;     Zazaca’nın Kürtçe olmadığını bildiğini bile sanmam.


Peki Erdoğan kendi soyunu biliyor mu?
Erdoğan’ın soyu
Potamya; Rize’nin Güneysu İlçesi’nin Osmanlı dönemindeki adı.
Başbakan Erdoğan‘ın baba tarafı     Pilihozlu.
Babası bu köy doğumlu; Ahmet Erdoğan. Dedesi Bakatalı Tayyip.
(Dr. Turgut Günay‘ın “Rize İli Ağızları” kitabında, “Bakata” sözcüğü yok.)
Tarih: 8 Mart 1916.

 Ruslar, Rize’yi işgal etti. Yöre halkı evini, bahçesini, hayvanını bırakıp Trabzon’a doğru kaçmaya başladı. Ruslara en büyük yardımı Karadeniz’deki Rum ve Ermeni çeteler yaptı. Bu tarihten 2 yıl önce İstanbul’dan Rize’ye gelen ve buradaki yerli halkın katılımıyla gücünü artıran Teşkilat-ı Mahsusa fedaileri, bu kez işgalci güçlere karşı çete savaşı vermeye başladı.
Bu İttihatçı fedailerin arasında yörede “Bakatalılar” olarak bilinen Erdoğan’ın Bakatalı akrabaları var mıydı? (Güney Osetya‘nın başkenti olan Tskhinvali’ye bağlı köylerin arasında Bakata (Bagata) adı var. Bagata Gürcistan’a bağlı Güney Osetya bölgesinde kalıyor.)
Gönüllüler arasında; Tuzcuoğlu Memiş Grubu, Basaoğulları, Alemdaroğulları, Sipahioğulları, Mataracılar vs var.
Rizeli Pekmezli Köyü’nden Serdümen Recep, Çakıroğullu İsmail Ağa, İkizdereli Süleyman Sırrı, Mataracı Mehmet, Pazarlı Talatorzade Fevzi, Rizeli Lazoğlu Mustafa, kahramanlıklarıyla örnek oldular.
Bakatalı Tayyip bunlar arasında mıydı? Adı geçmiyor!

 Rusya’daki Bolşevik Devrimi sonucu Ruslar çekilmeye başladı. Fakat Ermenilerin Karadeniz’i bırakmaya hiç niyeti yoktu. Teşkilat-ı Mahsusa ile aralarında kanlı çarpışmalar oldu. Rize, 2 Mart 1918’de kurtarıldı.
Bakatalı Tayyip kayıptı…
Bakatalı Tayyip hakkında hiç bilgi yok. Kayıp.
Erdoğan adını taşıdığı dedesi Bakatalı Tayyip konusunda hiç konuşmadı.
Dedesi şehit mi?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 8 Ocak 2011’de Sarıkamış şehitleri için yapılan kardan heykellerin açılışını gerçekleştirdikten sonra yaptığı konuşmada “Dedem Kemal Mutlu burada şehit düştü” dedi!
“Büyük dedem, Rize Güneysulu Kemal Mutlu, burada, Sarıkamış’ta şehit düşerek Hakkın rahmetiyle kucaklaştı. Büyüklerim anlatırdı, derlerdi ki: Tüfeğine sarılı olarak, donarak şehit olduğunu gördük ve adeta gözlerindeki soğuğun verdiği gözyaşları buz damlacıkları gibi, damlamış halde şehit olmuştu.”
Kemal Mutlu, Erdoğan’ın annesi Tenzile tarafından büyük dedesi.
Şehit miydi sahiden?

 Milli Savunma Bakanlığı’nın “Şehitlerimiz” adlı 5 ciltlik yayınında, Sarıkamış Şehitleri’nin yer aldığı 1. Dünya Savaşı kategorisinde 276 Rizeli şehidin ismi var. Ancak Sarıkamış Harekatı’nda şehit olan Rizeliler arasında “Kemal Mutlu” diye bir isim yok.
2008 yılında bazı işadamlarının Rize’nin Güneysu ilçesine yaptığı bir okulun adı; Şehit Kemal Mutlu Anadolu Öğretmen Lisesi konuldu. Açılışı Başbakan Erdoğan gerçekleştirdi.
2009’da ise Sarıkamış ilçesinin Belediye Caddesi’nin ismi, Şehit Kemal Mutlu Caddesi olarak değiştirildi.

 Bu arada:

 1914 yılının son günlerinde gerçekleşen Sarıkamış harekatı sırasında soy isim kanunu henüz çıkmamıştı. Yani, o yıllarda “Mutlu” diye bir soy ismin olması da mümkün değil. İlgili kanun tam 20 yıl sonra, 1934 yılında yürürlüğe girdi.
Karışık bir konu…
Mustafa Kemal’e isyan

Tarih: 25 Kasım 1925.
Şapka Kanunu kabul edildi.
Türkiye’de bu kanuna karşı isyanın çıktığı yerlerden biri, Karadeniz’in en sofu yeri olarak bilinen Erdoğan’ın ailesinin yaşadığı Rize/Potomya (Güneysu) idi.
Potomya Ulu Cami imamı Hafız Şaban Hoca‘nın liderlik yaptığı ayaklanmaya Muhtar Yakup da katıldı. Şeriatın korunması için Rize’yi basmayı, hapishaneyi boşaltmayı, hükümet konağını ele geçirmeyi hedefledi.
Önce Potomya’daki Jandarma Karakolu’nu bastılar. Halkı tahrik etmek için Peçeli Mehmet, “Ey ahali Ankara ihtilal içindedir. Mustafa Kemal üç yerinden yaralandı. İsmet Paşa ortadan kaldırıldı. Dindar paşalarımız hükümeti ellerinden aldılar. Şeriat kurtarılıyor. Korkulacak bir şey kalmamıştır” diye halka konuşma yaptı.

Halk, “şapka giymeyeceğiz, askere de gitmeyeceğiz” diye sokaklara çıktı.

Ayaklanmanın asıl meselesi bir yıl önce, 17 Eylül 1924’te Rize’ye gelen Mustafa Kemal‘in tüm ricalarına rağmen medreselerin bir daha açılmayacağını söyleyip, din hocalarının işsiz kalmasına sebep olan icraatıydı. Üstelik askerlikten de muaf olmayacaklardı. Din adamları sıradan vatandaş olmayı kabul edememişlerdi.

 Sonuçta Potomya isyanı bastırıldı. 143 kişi tutuklandı.

İstiklal Mahkemesi Başkanı Afyon Milletvekili Ali Çetinkaya ve mahkeme üyeleri, Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali, Aydın Milletvekili Reşit Galip ve Rize Milletvekili Ali Zırh
Oybirliğiyle karar verdi: 8 idam, 14 kişi 15 yıl, 22 kişi 10 yıl, 19 kişi 5 yıla mahkum edildi. Ve 80 kişi beraat etti.

 Rize şapka isyanıyla ilgili İstiklal Mahkemesi kararı ve bu 143 kişinin adı TBMM arşivinde var. Bu zabıtları inceleyerek ve nüfus kayıt örneklerine bakarak kaçının Erdoğan’ın akrabası olduğu ortaya çıkarılabilir.

 Ve bu arada:

İsyandan sonra birçok aile çocuklarını İstanbul’a gönderdi. Erdoğan’ın babası da acaba bu nedenle mi İstanbul’a zorunlu göç etti? Ahmet Erdoğan’ın aynı dönemde İstanbul’a gidişi tesadüf olabilir mi?
Ailede hep bir sır var…
11 Ağustos 2004 tarihinde Gürcistan ziyaretinde “Ben de Gürcüyüm ailemiz Batum’dan Rize’ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir” dedi.

 2007’de NTV‘de katıldığı bir programda Türk olduğunu da söyledi.

 O TV programında, “Bizim oğlan meraklı başbakanlık kaynaklarından ailemizi araştırıyor” dedi ama ortaya bir şey çıkmadı.
Erdoğan’ın köylülerine göre Bakatalılar, Çeçen ya da Çerkez.
Aslında insan kendini ne hissediyorsa o’dur.

 Kötü olan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan‘ın oy için cibilliyet tartışması başlatmasıdır.

Soner Yalçın