14 Kasım 2013

Başbakana Polonyalılar Türk Milleti dedirtti...



 

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Polonya’da kendisine yapılan karşılama töreninde diplomat eşleriyle birlikte Mehter Marşı söyledi. Böylece kadınlar korosuyla birlikte "TÜRK MİLLETİ TÜRK MİLLETİ..." dedi...
 
Birincisi: Tarihe geçmeli bu an.
 
İkincisi: Bu marşın kaç yüz yıllık olduğunu belki bilmiyordu, öğrenmiş oldu; Osmanlıyken bile bu milletin adı Türk Milleti idi...
 
Polonya, Osmanlı devletiyle kurduğu diplomatik ilişkinin 600.yılını kutluyordu. Yani, 600 yıl önce de adımıza Türk Milleti deniliyordu.
 
Acaba Polonyalı diplomatlar başbakana Polonya asıllı Mustafa Celaleddin Paşa'dan ve onun yazdığı “Antik ve Modern Türkler” kitabından söz ettiler mi?
 
Bu kitabın Harbiye Nazırı Hüseyin Avni Paşa tarafından Kara Kuvvetlerinde ders kitabı olarak okutulduğunu da biliyor mudur?
 
Hüseyin Avni Paşa’nın öncülüğünde hazırlanan ve kabul edilen 1876 Anayasası (Kanuni Esasi) maddelerinde “Türk Milleti” kime denir tanımının aynen bugünkü gibi olduğunu biliyor mudur?
 
Bugün yok etmeye çalıştığı Cumhuriyet Anayasamızın temelinde 1876’nın Osmanlı Genç Türkleri olduğunu ve Osmanlı’da vatansever fikirlerin oluşmasında Polonyalı tarihçilerin katkısı olduğunu biliyor mudur?
 
“İdraksız Türk”ten “Modern Türk”e ve oradan “Ne mutlu Türküm diyene!” kavramına nasıl geldik, hiç düşünmüş müdür?
 
10 Kasım, Milli Yas Günümüz, bize gururla “Ne Mutlu Türküm diyene” demeyi öğreten Ulu Önder Atatürk’ü saygıyla andığımız gün ve bugün Polonyalılardan muhteşem bir tarih dersi aldı başbakan.
 
Kaç yüz yılda örülür böyle bir kavram…
 
Türk olmaktan utanmamayı bize öğreten ulu insanlar yaşadı bu topraklarda, onun için bir kere daha kutludur bu vatan!
 
“Mustafa Kemal’in çete reisi Hüseyin Avni Paşa gibi olacak bu Ergenekoncuların da sonu” diyen bir kindar köşe yazarından öğrenmiştim Hüseyin Avni Paşa gibi bir Osmanlı paşası varmış diye.
 
Şimdi Anayasa’dan Türk adını silmek isteyenler, kaç yüz yıllık bir intikamın takipçisidirler, görülüyor. Tarih böyle bir şeydir işte, inkârcıları affetmez, çarpar yüzüne gerçeği.
 
Kim derdi “Türk” adından rahatsızlık duyan bir başbakan bir gün gidecek Polonya’ya ve orada diplomat eşlerinden bir kadınlar korosu onun yüzüne Türk olduğunu haykıracak, o da onlara katılarak “Türk Milleti, Türk Milleti” demek zorunda kalacak!
 
Tarih, ne müthiş bir sarrafmış meğer…
 
 
10 Kasım sabahı Atatürk’ü Anma Törenine mahallemin ilkokulunda katılacağım. Sonra Anıt Kabir’e gideceğim. Bahçemden kasımpatılar götüreceğim yine. Yahya Çavuş İlkokulu, son çalıştığım ve emekli olduğum okuldur. Eski arkadaşlarımla birlikte meşalelerin önünde Saygı Nöbeti tutacağım.
 
Burada çalıştığım yıllarda çok güzel törenler yaptırmıştım, korolarla, dramalarla… Çok güzel anılarım var o bahçede. Ata’ya Saygı Nöbeti tutmayı başlatmıştım. Öğretmen ve öğrenciler, birlikte nöbet tutardık. Beden Eğitimi öğretmeni arkadaşımız devam ettirdi bunu, sekizinci sınıflardan birini görevlendiriyor. Okulun ortaokul bölümü yıldan yıla kapanıyor, sadece 4 yıllık (anaokulu) kalacak ve ondan sonra bu bahçede böyle Bayramlar ve Anma Törenleri yapılamayacak…
 
Onun için, son törenlerimiz bunlar, gideyim… Hepimiz okul bahçelerine gidelim. Model oluşturalım, halk sahip çıkıyor okullara ve törenlere, gösterelim.
 
Bundan sonra resmi davet beklemeden herkes bunu yapabilir. Okulda çocuğu olması da gerekmez. Her 10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe okulların önüne gidelim, Atatürk büstüne çiçek koyalım, saygı duruşu yapalım, İstiklal Marşını ve Andımızı okuyalım, bir süre saygı nöbeti tutalım. Bu davranışımız çocuklara örnek olsun. Bundan sonra devletten bir şey beklemeyeceğiz, yapılması gerekeni torunlarımıza ve çocuklarımıza biz öğreteceğiz.
 
 
Bundan sonra ATAMIZA saygıyı kendimiz yaşatacağız.
IŞIKLAR İÇİNDE UYU, EY ULU ATAM!
ŞÜKRAN SANA, SAYGI SANA, MİNNET SANA!
 
9.11.2013 /Mahiye Morgül   

 

 

29 Ağustos 2013

Balık baştan kokarmış..




 
Başbakan tebdili kıyafetle gezmiş birkaç yeri, gördüklerinden hiç hoşnut olmamış diye haberler yayınlandı. Bu sayede gündeme oturuverdi Bodrum kıyıları, hazır gündem oluşmuşken birkaç lakırdı da biz edelim dedik. Her isteyen Google Eart te bunları izleyebilir, ben biraz uğraşıp dizdim sizin için, birkaç ta benden fotoğrafla bir gezinti yaptırıyorum.

Başbakan iyi ki tebdili kıyafet gezmiş, haberli gezseydi alimallah bütün o çirkinliklerin üzerine yeşil örtü örterlerdi, ağaç resimli tabelalarla süslerlerdi kıyıları, pislikler görülmesin diye.

Aşağıdaki Mandarin Resort’un reklamında kullandığı animasyon fotoğraf gibi.



Böyle olsaymış dünyanın bir numaralı CENNETİ olacakmış. Cehenneme çevirip cennet diye yutturuyorlar.  Aşağıdaki fotoğraflarda gerçeklerle karşılaşacaksınız.

2005 ten beri “YETER GARİ – DURUN GARİ” diye bağırmaktan yırtmadığımız yerimiz kalmadı da umurunda olan olmadı “ YAPACAZ” diye diretip duruyorlar.  Kim bu “YAPACAZ” diye diretip duranlar, Başbakanın kendisi değil elbet, Turizm Bakanlığı, bakanlıkta yaptırım ve planlama gücü olanların söz verdiği yatırımcılar ve Bodrum İmar planı yapıcıları.  Planları “KORUMA” VE “KULLANMA” adına yapıyorlar da hiç korunduğunu görmüyoruz sürekli kullanıyorlar, ellerine ne geçirirlerse. Başbakan’a da imzalattılar mı, ferman ellerinde Huurrrraaa Bodrumaaaa.

Belediyeler mi?…..

Hiç itirazları olmuyor. Koca koca binalardan gelecek paraya ağızları sulanıyor, basıyorlar imzayı ne kolaylık varsa gösteriyorlar. Gelsin paralar da millete yol yapalım diye. Bu şekil sadece otel yapılırken değil otel, konut, alışveriş merkezi, iskele, dolgu alanı, golf sahası, marina her ne yaparsanız yapın kardeşim ben payımı alayım yeter zihniyetiyle.  Bodrum yönetilmiyor göçertiliyor.

2005 ten bu yana ne değişimler olmuş, basında parça parça çıkıyor da ben biraz toparlayayım istedim belki Bakanlık yetkilileri görürde utanır. Belki Başbakan bile görebilir de bakanlık yetkililerinin kulaklarını çeker.

Güvercinlik PİNA Yarımadası ; eski bir tahsis ancak devasa otele izin veren iktidar.





Başbakanın da tatil yaptığı RİXOS otelin de içinde bulunduğu Zeytinli Burun mevkii.




Torba’da tatil yapanların tekneleriyle gidip denize girebildikleri bir zamanların meşhur adası Zeytinli Kahve. Rixos otel tarafından işgal edildi artık halk kullanamıyor, sözüm ona halkın malı. Başbakan tatilini orada yapıyor diye kimsede çıt yok.






Usuluk Mesire alanı; hepimize tahsisli kamu alanı, türlü manevralarla evirildi çevirildi Tabiat Parkı yapıldı, kır evi yapıyoruz kandırmacasıyla yatırımcının birine peşkeş çekildi. Halk artık kullanamıyor, sözüm ona halkın malı kamu alanı.







“CENNET KOY”  SAPLI BURUN VE DERİN KOYLARI  ; Çevre Bakanı da geldi gördü ve gezdi de, dur diyen olmadı. Bodrumu’un kuzey yakasında tek bakir kalmış koy idi. Yıllarca uğraştılar Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi ilan ettiler iptal ettirdik yeniden ilan ettiler Belediyeler de çanak tuttu ve sonunda hallettiler. Üstelik yeni imar planında tüm sahili turizm tesis alanı olarak tescillediler, daha ne kötülük yapabilirsiniz ki çok kötü olmuş diye yüksünüyorsunuz.







AKYARLAR  AKÇABÜK KOYU ; Deniz turizmine hizmet veren bu koya artık uğrayan bile yok. Koy sağlı sollu işgal altında



2005 yılındaki yurt çapındaki yanlış tahsisler (Kisse Bükü de dahil) yoğun itirazlar ile Danıştay ve Yargıtay kararlarından sonra iptal edilmiş idi. Bu itirazlar esnasında zamanın Turizm Bakanı Atilla Koç Antalya’da yer kalmadı artık yatırımcıyı Bodrum’a yönlendiriyoruz demişti de ardından Antalya’dakilere benzeş bu otel Akyarlar-Akçabük’te yükseliverdi birdenbire.





En büyük kötülüğü plan yaptırıcıları yapıyor bu memlekete, ince ince oyuyorlar içimizi. Bu plan yürürlüğe girdikten sonra kim tutabilir ki gözünü rant bürümüş yatırımcıyı.

Bodrum’un güney yakasında 3-5 koy kaldı ellenmedik. Bütün deniz turizmimizi bu koylara yığdık, öyle yığdık ki koylar marina gibi oldu. Buna rağmen Bu 3-5 koya da göz diktiler. Bu aç gözlülük nedendir?

Tavşan Burnundan Orak adasına kadar mavi yolculuk ve günlük tur yaptığımız tüm alanları turizm tesis alanı ilan ediyorlar, deniz turizmimizi bitirmeye yemin mi ettiniz. Bu alanlarda yapılan oteller kıyıyı öyle işgal edecekler ki kıyıya bile yanaşamayacak tekneler. Örneklerini görüyoruz ve yaşıyoruz müneccim olmaya gerek yok.

Tesis olan yerde Mavi Yolculuk yapılamaz, Mavi Yolculuk Yapılan Koylarda tesis olmamalı diye dilimizde tüy bitti de hala anlamamakta ısrarınız neden?



Bodrum’da en hassas bölgelerden birincisi Kisse Bükü (ALAKIŞLA LİMANI) 2005 deki tahsislerden kurtardık, özel alandaki yapılaşmayı durdurabildik ancak Bakanlık hala ısrarla oraya tesis yaptıracağım diye tutturdu, plana da işletti.

Buraya bir tesis yaparsanız Mavi Yolculuk destinasyonuna en büyük darbeyi indirmiş olursunuz buna izin veremeyiz. Mavi Yolculuk destinasyonunun arkasında yöreye can veren devasa bir istihdam var. Bodrum’lu bunun sayesinde yaşıyor Bodrum’luyu öldürmeye mi niyetlisiniz.

ALAKIŞLA Limanına……..KİSSE BÜKÜ’NE DOKUNMAYIN…..

Ve bu bakir kıyılarımızdaki  “T1” lekelerini silin, turizmi geliştireceğiz adına yapılan yanlışlıklardan ve masa başında karar vermekten vazgeçin, gelin yereldeki yönetici ve STK’larla görüşün, planlama yerelden yapılmalı uzlaşı sağlanmalıdır.




2005 te yaptığımız incelemeyle Bodrum Yarımadasındaki yapılaşmanın boyutlarından ve ihlallerden dehşete kapılıp DURUN ARTIK – YETTİ GARİ diye bas bas bağırıp ortalığı ayağa kaldırmaya uğraştık. Biraz anlatabildik zannediyorduk ki ardından 2008 den itibaren bir furya ve hurra saldırısı daha başladı .

Hükümet yetkilileri samimiyseniz bu hurrayı durdurun.

RİXOS Otelin etrafındaki bir-iki otele yıkım kararı alarak bu gidişat düzeltilemez. Bodrum’a genel bir inşaat yasağı veya kısıtlaması getirilmelidir. Denetimler gereği gibi yapılmalı yasa dışılıklara göz yumulmamalıdır. Yatırımcının emeline kavuşması için düzenlemeler yapılmamalı, yasalar değiştirilmemelidir. Kanunlara açılan gedikler kapatılmalıdır.

İlla Başbakanın gezmesi mi gerekiyor, bakanlıklar, onca yönetici, otorite, ne işe yarıyor, gereksiz mi yoksa işini mi yapmıyor. Bu soruların sonu gelmez unutmayın “BALIK BAŞTAN KOKARMIŞ”

Ak Parti Bodrum yöneticilerinden bu durumu Başbakana iletmelerini istiyorum. Bodrum için elinizi taşın altına koyun.

Sağlıcakla kalın saygılarımla.
Ali Dizdar

25 Mayıs 2013

Racon'un faturası...

 
 
 
 
Başrolünü Marlon Brando'nun oynadığı Baba (The Godfather) filmini sanırım izlemeyen kalmamıştır.1930-1940 süreci, Amerika'da mafya çetelerinin cirit attığı dönemdir. Kumar, yasa dışı içki üretim ve satışı, kadın ticareti ve uyuşturucu bu çetelerin elindedir.İşte böyle bir süreçte, Sicilyalı Don Corleone (Aslan yürek) Ailesi de New York'ta borusu öten güçlü mafya ailelerinin en önde gelenlerindendir. Marlon Brando'nun canlandırdığı Don Vito Corleone, bu güçlü mafya ailesinin başıdır, yani o "Baba"dır. Baba Don Vito Corleone, başı derde girip de yasal yollardan çözüm bulamayanların ve doğal yollardan amaçlarına kavuşamayanların başvurduğu yüce bir kişidir. Kendisine gelip elini öpenleri, asla eli boş çevirmez. 
Baba, yaptığı iyilikler karşılığı para kabul etmez. Onların kendisine dost olmasını ister, sırası gelince onlardan bir 'ricada' bulunacağını söyler. ‘Baba’ filminin hemen ilk açılış sahnelerinde işte bu ilişkilere tanık oluruz. Huzura önce şişman fırıncı Nazorine girer. Kızının ciddi bir ilişki içinde bulunduğu İtalyan genci, Amerika’da kaçak olarak yaşamaktadır. Fırıncı, Baba'dan bu gencin Amerikan vatandaşı yapılmasını istemektedir. Baba, gerekenin yapılacağına söz verir. Peki, karşılığı ne olacaktır? Racon kesilir: Sırası geldiğinde Baba, ondan bir ‘ricada’ bulunacak, o da bağlılığını kanıtlayacaktır.İkinci olarak Baba'nın huzuruna, bir pizza lokantası açmak için paraya ihtiyacı olan genç Antony girer. Baba, gereken parayı verir. Peki, karşılığı nasıl ödenecektir? Racon kesilir: Günü geldiğinde Baba, Antony'den bir ‘ricada’ bulunacak, genç adam da duraksamadan hizmete koşacaktır.
Baba, ‘özel konukları’ kabulü sürdürür.
Bu kez karşısında, orta yaşlı Bonasera durmaktadır. Biricik kızı, iki kişi tarafından cinsel ilişkiye zorlanmış, kızcağız direnince de hayvanca dövülüp hastanelik edilmiştir. Bonasera önce yasal yola başvurmuş, ancak mahkeme saldırganları salıvermiştir. Şimdi, Baba'dan adalet istemektedir.
Baba, “adalet yerini bulacaktır” der.Peki, Bonasera bu adaletin karşılığını nasıl ödeyecektir? Racon kesilir: Bir gün Baba, ondan buna karşılık bir hizmette bulunmasını isteyebilecektir.
 
 
Mafya kurallarına göre, racon kesildikten sonra sözünü tutmayanın kafası kopartılır!Mafya örgütleri Amerika'da hiç eksik olmadı.
Değişen dünya koşullarına ayak uyduran ve gelişen teknolojik olanaklardan yararlanan mafya örgütleri büyüdüler, güçlendiler, siyasetin içine girdiler, polis şefleriyle ve yargıçlarla çıkara dayalı sıkı bağlar kurup uluslararası üne ulaştılar.
Bu örgütlerin bazıları öylesine güçlendi ki, birleşip, ‘dünyayı yönetmek’ isteyen bir “Küresel Çete”ye dönüştüler! Bu küresel çetenin en başına da; CFR, Trilateral ve Bilderberg gibi yarı-gizli örgütleri oturttular. Bir de baktık ki, bu mafya örgütlerinin neredeyse tamamının yöneticilerini Siyonistler oluşturuyor! Ve bu kurnaz Siyonistler, eylemlerini ‘lobby’ adı altında yürütüyor! Artık 1940'ların Baba Don Vito Corleone'leri tarihe karışmış, yerini çok güçlü Siyonist Lobiler almıştır.

Mafya örgütleri çağ atlamış, ama temel ilke değişmemiştir. Günümüzün en güçlü mafya örgütleri olan Siyonist Lobiler de, tıpkı 70 yıl öncesi gibi, kendileriyle iş tutanlarla racon kesmektedirler.

Buraya kadar anlattıklarımın Türkiye ile ne ilgisi var?
Son 60 yıldır Türkiye'yi yönetmiş olanların büyük bir bölümü, sırayla bu Siyonist Lobilerin tezgâhından geçtiler, racon kestiler! Kimler miydi bunlar?Hem başbakanlık hem de cumhurbaşkanlığı yapmış olan Süleyman Demirel,Turgut Özal ve Abdullah Gül racon kesmiş olanların en başta gelenleridir! Ancak ben bu yazımda size, Siyonist Lobilerle en son racon kesmiş başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan'ı anlatacağım.

Baba'ların huzuruna çıkabilmek hiçte kolay değildir. Baba, öyle her isteyenle görüşmez! Yukarıda söylemeyi unuttum, Baba Don Vito Corleone'nin huzuruna türlü isteklerle çıkanların hepsi İtalyan'dır ve Baba'nın uzaktan da olsa tanıdığı kişilerdir.

Baba, ya uzaktan da olsa tanıdığı, ya da güvendiği kişileri önerdiklerini huzura kabul eder. Bu durum, zamanımızda da aynen geçerlidir. Öyle her ipini koparan New York'a koşup Siyonist Lobilerin önüne çıkamaz! Önce, kişinin kendisini onlara “güvenilir” olarak sunacak desteklere ihtiyacı vardır.
Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanlığı sürecinde (27.Mart.1994-12.Aralık.1997) önce ABD Başkonsolosu ile sıkı ilişkiler kurdu. Kendisini ona beğendirdi. New York'taki Siyonist Lobilere ilk olumlu sinyal o zaman gönderildi: “Recep Tayyip Erdoğan ile iş yapabilirsiniz!”

Recep Tayyip Erdoğan, yine belediye başkanlığı döneminde, İstanbul'da kurulu “Türkiye Musevileri Cemaati” ile çok içli-dışlı oldu. Onların bir dediğini iki etmedi. Kendisini onlara beğendirdi. Şu çok önemli gerçeği anımsatayım. Tüm Siyonistler, Yahudi'dir. Aman dikkat; ancak Yahudilerin tümü Siyonist değildir.
Bu nedenle, elbette Türkiye Musevileri Cemaati yöneticilerinin Siyonist olduklarını söylemiyorum! Ama şu gerçeği bilerek vurguluyorum:
New York'taki Siyonist Lobiler, Türkiye Musevileri Cemaati yöneticilerinin sözlerine hep çok değer vermişlerdir. Onlardan gelen hiçbir isteği geri çevirmemişlerdir. İşte size  örnek bir olay: Günümüz CHP'sinin 'ağır toplarından' İstanbul milletvekili Şükrü Elekdağ anlatıyor:
“Ben ABD'de büyükelçi iken zora girdiğimde Jak Kamhi'ye telefon ederdim. 48 saat içinde uçağa atlar gelirdi. Washington'da, Kongre'de Kamhi, Yahudi Lobisi'yle mücadele eder, Yahudi Lobisi'ni bizim lehimize seferber eder, harekete geçirirdi. O bakımdan çok büyük yardımları olmuştur.”

Türkiye Musevileri Cemaati'nden de New York'taki Siyonist Lobilere Recep Tayyip Erdoğan hakkında çok olumlu bilgiler gönderildi, “Recep Tayyip Erdoğan ile iş yapabilirsiniz!” denildi. Artık Recep Tayyip Erdoğan için, ABD'deki Siyonist Lobilerin kapısı açılmıştı. O, bu kapıdan bir gün gireceğini çok iyi biliyordu. Nitekim 4 Temmuz 2001 tarihinde aldığı özel bir davet üzerine ABD'ye giden Recep Tayyip Erdoğan, Siyonist Lobilerin huzuruna çıktı.

Recep Tayyip Erdoğan, isteğini bildirdi: Beni Türkiye'nin başbakanı yapın!Bu istek kabul edildi.Peki, Recep Tayyip Erdoğan bunun karşılığını nasıl ödeyecekti? Racon kesildi: Başbakan olduktan sonra sırasıyla şu ‘ricaları’ yerine getirecekti:
Kıbrıs, Rumlara verilecek. (Bu istek yerine getirildi).
 
    * Ermenistan ile sınırlar açılacak, sözde Ermeni soykırımı tanına(Açılım başlatıldı).
 
    * Güneydoğu Anadolu'da bir 'Federe Kürt Devleti' kurulmasının önü açılacak. (‘Kürt Açılımı’ ve daha sonra ‘Demokratik Açılım’ adı altında girişim başlatıldı).
 
    * ‘Yeni Osmanlı’ kavramı altında, Türkiye eyaletlere bölünecek. (Siyonist Lobilerin medyadaki ‘tetikçileri’ propagandayı başlattılar).
 
    * Türk ordusu yetkisiz ve etkisizleştirilecek. (‘Tetikçi’yazarların yuvalandığı Taraf gazetesinin önderliğinde medyada saldırılar sürüyor)
 
    * Türklerin elindeki tüm fabrikalar, işletmeler, bankalar, hava ve deniz limanları, madenler ve tarım toprakları, ‘özelleştirmek’ adı altında; ABD-AB-Siyonist İsrailli yabancılara -yok pahasına- satılacak. (Bu yönde yolun yarısı geçildi).
 
     * Başta Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki barajlar olmak üzere, Türkiye'nin tüm su kaynakları ve dağıtım şebekelerinin denetim ve yönetimi, ABD-AB-Siyonist İsrailli kurumlara devredilecek. (Siyonist İsrailliler, GAP bölgesinde çok yoğun çalışıyorlar)
 
     * İstanbul'da Heybeli ada Ruhban Okulu açılacak, Fener Kilisesi Başpapazı ‘ekümenik’  kabul edilecek ve onun başkanlığında İstanbul'da bir ‘Ortodoks Din Devletinin’ kurulmasının önü açılacak. (Girişime, Ruhban Okulu'ndan başlandı).
 
     * İran ‘hâlihazır düşman’, Rusya ise ‘potansiyel düşman’ olarak kabul edilecek.
 
Bir kez daha tekrarlayalım: Mafya kurallarına göre, racon kesildikten sonra sözünü tutmayanın kafası kopartılır! “Kafa kopartma”, her zaman fiziki anlamda değildir. Siyonist Mafya, başbakanlık koltuğuna oturttuğu kişiyi, raconu bozduğunda, al aşağı edip siyasetten silerek de kafa kopartmış olur!

İşin özü şudur; 4 Temmuz 2001 tarihinde ABD'de Siyonist Lobilerle racon kesen Recep Tayyip Erdoğan bugünlerde çok sıkışmıştır. Bir yanda, Siyonist Babalar, artık ‘ricalarının’ daha fazla geciktirilmeden yerine getirilmesini istemektedir. Diğer yanda, tüm baskı, kuşatma ve dayatmalara rağmen ulusalcılar direnmekte, teslim olmamaktadır.

İşte bu koşullarda, Recep Tayyip Erdoğan; Anayasa, Anayasa Mahkemesi, Yargı, Yargının Bağımsızlığı, Basın Özgürlüğü, İfade Özgürlüğü gibi temel kurum ve; kavramları hiçe saymaktadır. Çünkü ya Siyonist Mafya nın ‘ricalarını’ yerine getirecek, ya da ‘kafası koparılacak’, yani koltuktan al aşağı edilecektir!

Bu gerçek fotoğrafı göz ardı ederek medyada “sözde uzman”ların yaptığı tüm yorumlar, analizler, irdelemeler, saptamalar ve saatlerce süren oturumlar, paneller, birer gölge oyunundan başka bir şey değildir, halkımızı uyutup oyalamaktan başka hiçbir işlevi yoktur.
 
Prof. Dr. Aysen Apaydın, Ankara Üniversitesi

16 Mayıs 2013

Türk kahvesinde işin "Öz"ü bu..



 
 
Dr. Mehmet  Öz- ki kendisine biz hâlâ Öz demekte ısrarcıyız- doğma büyüme Amerikalı. Öz’ün doktor babası, ta 1955’te Konya’dan ABD’ye göç etmiş. Bugün Dr. Öz, dünyaca ünlü bir kalp cerrahı olmanın ötesinde, sağlıklı yaşam şovuyla reyting rekorları kıran bir televizyon şahsiyeti.
Eğitiminden kültürüne, başarı hikayesinden esprilerine, her şeyiyle bir Amerikalı o. ‘Dr. Öz Show’, bugün bir fenomense, bunu Amerikalı olmasına borçlu. Ancak her sağlık tavsiyesi basınımızda büyük bir iştahla alıntılanan Öz’ün şöhreti, Türkiye sınırları içinde biraz zedelendi. Çünkü programında “Türk kahvesi” değil, “Yunan kahvesi” deyip bir güzel tanıtımını yaptı.

500 yıllık geçmiş
Gezici Türk Kahvesi Evi’nin kurucusu Gizem Şalcıgil White, Öz’e Türk kahvesinin 500 yıllık geçmişini hatırlatmak üzere internette imza kampanyası başlatmış... İşi Türk kahvesini tanıtmak olan, Türk asıllı bir başka Amerikalı’nın hassasiyetini anlıyorum ve hak da veriyorum. Fakat aslen Amerikalılara hitap eden Öz’ün, “Yunan kahvesi” demesinde kötü niyet göremiyorum... Bir kere Amerikalılar, “Türk kahvesi” dese anlamaz. Çünkü Türk kahvesi ABD’de bilinmez, pişirilmez. Öz’ün bile Yunan kahvesi diye içtiğine eminim. Buna karşılık Yunan göçmenlerin, Ege’nin yeme-içme kültürünü sahiplendikleri gibi kahveyi de tanıtmayı bizden kat kat daha iyi becerdikleri ortada. Kaldı ki aslen Türk diye, Mehmet Öz’ün Türkiye’yi tanıtma  mecburiyeti var mı, bu da ayrıca tartışılır. Yapsaydı hoş olurdu ama işte, köklerinden bu kadar uzak.

‘I-run’ da gitti gidiyor
Doktor Öz’e kızıp haddini bildireceğimize, neden dünyaya kendi mutfağımızı, kültürümüzü daha iyi tanıtamadığımızı düşünsek ya... Dünya Çin, Hint veya Yunan mutfağı dediğinizde ne olduğunu bilir. Türk mutfağıysa hâlâ  döner kebaptan ibaret sanılıyor. Belki  lokumu, baklavayı öğrenmiştir ecnebiler. Haricinde Osmanlı mutfağının zenginliğinden, birbirinden leziz mezelerden, zeytinyağlılardan, çorba, tatlı, pilav ve et yemeklerinden dünya bihaber...
Neden? Çünkü göçmenlerimizin pek azı, kendi kültürlerine sahip çıkmayı başardı. Kendi evinde pişirdiği tadı neden başkalarına tattırmak istemedi, buna   çaba harcamadı? Muamma...
Son 10 yıldır yeme-içme turizmi ve sağlıklı yaşam müthiş değer kazandı. Fakat biz uyanmadık, geç kaldık... Şimdi de rakı sofrasını aşağılayan, Anadolu kültürünün zenginliğini anlayamayan, bu topraklardan şarabın çıkmasının kıymetini kavrayamayan mantaliteyle pek ümit vaat etmiyoruz.
Hızlı kalkınmaya enerjimizi vermişken, milli içkimiz ayran da yakında  ‘başka milletlerin’ markası olarak lanse edilirse şaşırmayın. İşin ‘Öz’ü bu!

KISA KAHVE KÜLTÜRÜ
- Kahvenin anavatanı Etiyopya. 8’inci yüzyılda kızartılan ve ezilen kahve meyvelerinin, yağla kavrulup tuzlanarak yendiği söylenir.
- İlk kez 15’inci yüzyılın sonunda, Yemen’de sufi tarikatlarının müritleri kahveyi sıvı olarak içmiş. “Kahve Yemen’den gelir” deyimi bundan.
- Kahve çekirdeğinden yapılan bu yeni içecek, din bilgini sufi Muham-med ez-Zebhani’ye dayandırılır. -
Kahve alışkanlığı, hac yolları boyunca dervişler ve hacılar tarafından gündelik hayata sokuldu.
- Arapça’daki kahva, Türkçe kahve, Avrupa dillerine de cafe, coffee olarak geçti. Osmanlı Sarayı’na girişi, kesin olmasa da ya I. Selim ya da Kanuni zamanında.
- İstanbul’da ilk kahvehanenin açıldığı tarih, 1551. Osmanlı’nın buluşu, kahveyi güğüm ve cezvelerde pişirmek...
- Avrupa’ya resmen tanıtılma tarihiyse 1664: Kahve, ilk kez  XIV. Louis’nin sarayında içildi.
Kaynak: ‘Telvenin İzinde, Kahve ve Kahvehane Kültürü’-Kadir Şen


Mehveş Evin

5 Nisan 2013

Niçin Osmanlı’yı Diriltmeye Çalışıyorlar?






Türk insanını Batı karşısında aşağılık kompleksine sürüklediler. Şimdi bu kompleksi kullanarak Osmanlı ruhunu pohpohluyorlar. Subliminal mesajlarla, Osmanlı dışında gurur duyabileceğimiz, sarılabileceğimiz ve kendimizi değerli hissedebileceğimiz hiçbir değerimizin olmadığı fikrini telkin ediyorlar. Kendisini yeterince güçlü hissetmeyen insanlar “güç”ten bahsedenlerin etrafında toplanırlar. Artık o toplumun kontrolü çok kolaydır.

Batı karşısında yeni bir medeniyet tasavvurunun yegane ham maddesi “güç” değildir. Sadece güce odaklanarak nükleer santrallerle, HES lerle tabiatı linç edip, çevreyi salhaneye çevirenlerin; eğitime, kültüre, bilimsel araştırmalara içerikten yoksun ve sadece şov maksatlı yanaşmaları da zaten Osmanlı vizyonunun bir yansıması olmalı.

Bizi üzebilir ama şunu anlamak zorundayız: Osmanlı Hellen ruhludur. Hellen ruhlu, yani ataerkil, gösteriş  ve “güç” odaklı. Kadın anne olunca bir parça statü kazanabilir. Onun dışında kadın ya cariyedir ya da evinin hanımı. Güç, görkem ve gövde gösterileri, halkı padişaha itaate sevk etmek için olduğu kadar, düşmanların içine korku salmak için de gereklidir.

Tıpkı Hellenler’in Zeus’u gibi, padişah da nabız yoklamak ve vakit geçirmek maksadıyla kılık değiştirerek halkın arasına karışır. Padişahların tebaaları ile irtibatı bu kadardır.

Yine tıpkı Hellen Tanrıları gibi padişahlar da vatandaşlarına “kullarım” diye seslenir.
Hellen Tanrılarının Anadolulu dilberlere düşkünlükleri, padişahlarda yabancı uyruklu kadınlara ilgi olarak açığa çıkar.

Osmanlı’daki Hellen ruhunun diğer izlerini, padişahların o müphem Roma ve Bizans ilgisi ile açıklamak da mümkün.

Nitekim, Fatih Sultan Mehmet de eski Türkler'den  miras kalan bazı  müesseseleri kaldırıp İstanbul’da “Bizantizm” yolunu açmamış mıdır?

Ahilik niçin kaldırılmıştır? Süvari sipahilerinin atlarının eyere ihtiyacı olmasa idi Saraçhane’deki saraçların da kökü kurutulacaktı.  Osmanlı’nın ilk dönemlerinde sultanlar emekçi seti , yani önlük giyerek "set çekerler"'di. Fatih Sultan Mehmet ise kılıç kuşandı. Bu büyük zekanın Müslüman olduğundan da zerre şüphemiz yok ancak şiirlerini okurken…  Sahi nedir bu abartılı Hz. İsa sevgisi?…
Hiç şüphesiz Fatih Sultan Mehmet büyük bir dehadır ama onun dehasına duyduğumuz „hürmet“  bir dokunulmazlık kılıfına bürünerek aklımızı örterse, tarihimizden gereken dersleri alamaz ve „geçmişimiz“in, „geleceğimiz“ için sunacağı hikmetlerden mahrum kalırız.

Osmanlı ve Hellen arasında daha çok benzer nokta daha var ancak kolektif bilinç altının daha fazlasına hazır olmadığını düşünerek bu kadarla yetiniyorum.

Yukarıdaki satırlar rahatsız edici bulunabilir. Hazırlık olması maksadıyla şimdiden soralım: Osmanlı’nın Hellen ile alakasını kuramayan Neo-Osmanlıcı Muhteşem Yüzyıl karşıtları, Pargalı İbrahim’in Hellen’e duyduğu hayranlığı inkar mı ediyorlar? Öyle bir Kanuni tanımadıklarına göre , öyle bir Pargalı da tanımamışlardır muhtemelen, lakin „tarih“ hep hoşumuza gidenleri anlatmaz.

“Tarih” aklı olanlar için gerçekleri gizlemez.  Ne kadar perdelerseniz perdeleyin, fırsatını bulunca söker atar maskeyi . O maskenin altındaki realiteyi görebilmek ise sizin kabiliyetinize bağlıdır.

Demek ki “güç” odaklı ve hegemonyal bir bilinç altı ile Osmanlı’yı diriltmeye kalkışanlar ya bir akıl tutulması yaşıyorlar veya „güç“ dışında çok daha makul gerekçeleri var. Aklımıza gelen muhtemel gerekçelerden bazılarını sıralayalım:

Osmanlı’yı Türk saydıkları veya sandıkları için böyle düz bir mantıkla, kör gözüne parmağım savunuyorlar.

Osmanlı Türk müdür?

Bugün Osmanlı şiiri denilince neden aklımıza Kaygusuz Abdal, Yunus Emre, Pir Sultan, Karacaoğlan değil de; Baki, Fuzuli, Nedim gelir? Kimdir bu insanlar ve gerçek ana dilleri nedir? Örneğin Osmanlı sarayında çalışan hattatlar nerelidir? Minyatürcüler nerelidir?  Ebu Suud Efendi neden “ Yunus Emre okuyan şirke girer?” diye fetva verir?

Osmanlı’yı Türklüğe, yani soyumuza dayanarak savunmaya kalkışırsak işin içinden çıkamayız, çünkü:

Osmanlı bir Doğu Roma İmparatorluğudur. Fatih Sultan Mehmet’in talimatıyla Osmanlı Sultan tuğralarına “ROMA İMPARATORU” yazdırılır. „Osmanlı“ da Roma İmparatorluğu gibi, merkezdeki zenginliğini başka kültürlerden kabiliyetli, parlak insanları merkeze taşıyarak harcar. Plautus Romalı değildir. Terentius keza öyle. Osmanlı’ya bakarsak; Mimar Sinan Rum asıllıdır. Osmanlı mimarisinin şekillenmesinde  ermeni nakkaşların, rum kalfaların emeği vardır. Osmanlı’yı Osmanlı yapan devşirmelerdir. Osmanlı‘yı Türk sandığı için savunan muhafazakar milliyetçi zevatın Osmanlı’nın “Türk” kelimesini nasıl kullandığına bir zahmet göz atması lazım. Buyrun size birkaç örnek : etrak-ı bi idrak (idrakten yoksun Türkler), Türk atına binince bey oldum sanır, Türk olana şehir içi zindan olur, Türk pohpohu acem pehpeh i sever, “Türk denişmend( bilgili) olur, adam olmaz”, “ Türk ne bilir bayramı, lak lak içer ayranı”, “Türk ve tosun, çünkü doğdu anadan, öğüt aldı eşek ile danadan” (bknz. “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”, Ziya Gökalp).

Bütün bunların arasında Osmanlı’yı İslam devleti sandıkları için savunan Müslüman muhafazakarlar çoğunluktadır. Osmanlı İslam devleti midir peki?

Osmanlı İslami bir devlet olabilir ama bir İslam devleti değildir.

Osmanlı islami bir imparatorluktu. Tebaasında islami yaşam tarzını öncelleyen ama hukuki uygulamalarında şer’i yasalara göre hareket etmeyen bir imparatorluktu. Şeriatın uygulanmasına yönelik talepler çöküş dönemlerinde karşımıza çıkar. Bu talepler de ıslahat hareketleri ile engellenmeye çalışılır. Zaten Osmanlı’nın çöküşünü hızlandıran da bu talepler karşısında hanedanlığın takındığı çelişkili tavırdır. Merkezde geleneğe ve islami kurallara ağırlık verilmeye çalışılırken, surların dışında farklı bir politika izlenir. Örneğin mehteri kaldırıp, onun yerine  gayri müslim kültürü temsil eden Mızıka-i Humayun’u getirir.

Şer’i uygulamalar Osmanlı’nın çöküş sürecinde söz konusu olur. Evet, Osmanlı döneminde alkolün yasaklandığı olmuştur ama ne zaman, hangi padişah zamanında?  O zamana kadar neden yasak değildi? Osmanlı’nın İslam devleti olduğunu söyleyenler bir tane „Had“ hükmü ile (el  kesme) verilen dava örneği gösterebilirler mi? Babadan oğula geçen yönetim anlayışı şer’i hukukun hangi maddesinde yer alır?

Demek ki,  Osmanlı’yı İslami gerekçelerle savunarak diriltmeye çalışanlar da gaflettedir.
Osmanlı’yı tanımak güzel ama Osmanlı’nın reenkarnesi olmayı istemek absürttür. Osmanlı zihniyetini “güç” saplantımızdan dolayı, yani aşağılık komplekslerimizi bastırmak için diriltmeye çalışıyorsak çok fena yanılıyoruz. Çünkü uygarlığa giden yol güce güç katmaktan  değil; var olan gücü bilime, sanata, kültüre vakfetmekten geçer.

Osmanlı’yı milliyetçi bir damarla savunup, şahlandırmaya kalkışıyorsak daha fena yanılıyoruz. Çünkü Osmanlı Türklüğe dayalı bir imparatorluk değildi. Bilakis, Türkler tarafından yıkılmış bir imparatorluktu.

Osmanlı’yı muhafazakar, mukaddesatçı bir çizgiden hareketle yeni dünyaya hakim kılmaya çalışıyorsak çok daha fena yanılıyoruz. Çünkü Osmanlı bir İslam imparatorluğu da değildi. Osmanlı tüm dinleri, mezhepleri, yani azınlıkları koruduğu ve hepsine hitap edebildiği için İmparatorluk oldu. Bu istikametinden saptığı ve İslam’ı merkeze taşımaya kalkıştığı için de yıkıldı.

Buyurun, yine Osmanlıcılık yapın. Yapın ama ne olur bir zahmet izahını da yapın.

Niçin Osmanlı’yı diriltmeye çalışıyorsunuz?

Emine Aslaner

4 Mart 2013

İmralı’daki “Görüşme Notları”ndan seçme görüşler...

 


İmralı’daki “Görüşme Notları”ndan seçme görüşler...

Bugünkü Milliyet’te Namık Durukan imzalı güzel bir haber var:

“İmralı zabıtları”

Bilindiği gibi, BDP’li Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Ahmet Tan, 23 Şubat’ta İmralı’ya gittiler, Abdullah Öcalan’la bir MİT yetkilisinin gözetiminde görüştüler. O “görüşme notları”nı yayımlayan Namık Durukan, kamuoyunu bilgilendirme görevini üsteleniyor; tarihe not düşüyor.

“Görüşme notları” şöyle başlıyor:

“Tarihi bir toplantıya başlıyoruz. Nasıl bir yöntem izleyelim?”
“Size nasıl uygunsa...”

"Kandil'e BDP'ye ve Avrupa'ya üç nüsha mektup yazdım. Heyet ile dünden beri yoğun olarak tartışıyoruz. Özal'dan beri teşebbüs içerisindeyim, akim (akamete uğradı, kesintiye uğradı) kaldı. Şimdi akamete uğramaması lazım. Uğrarsa, tırnak kesilirse felaket olur. Türkler de bunu bilmeli; başarısızlık orta ve üst düzey savaş, isyan, kaos hepimizin hayatı söz konusudur. Şimdiye kadar yaşadıklarımız devede kulak kalır. Kesin başarı hedefi ile sonuçlanması lazım. Yeni diyalog sürecine yükleniyorum. Dostlarımızın ve halkımızın eski kalıp mücadeleleri bir kenara atmaları lazım.”

“Görüşme Notları” denen “tutanak”ta neler var?

Çok şey var. Biz, yorumunu okuyana bırakarak, konuşmalardan bir “seçme” yapalım dedik.

Seçme: 1
“... 2001-2004'te biz eylemi 'tak' diye kestik. Hükümet anlamadı, 'terör bitti' dediler. (Ahmet Tan’a dönerek) Sayın Altan bilirsin, İslamcıların 40 yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik. Biz AKP'ye iktidarı altın tepside sunduk. Bize bir teşekkür etmedikleri gibi 2. Atatürk rolüne soyunup daha çok üstümüze geldiler, ezmeye çalıştılar."

Seçme: 2
“... Benim çok inatçı olduğumu biliyorsunuz. Ben ilk günden demokratik Cumhuriyeti savundum, onlar beni anlamadılar; "APO'yu bitirdik" dediler. “Stratejik hatalar yaptılar. Ergenekon'u saptılar umarım bu sefer böyle olmaz. Onun için benimle oynanmayacağını özellikle AKP'ye anlatmalısınız. AKP'lilerle konuşun anlatın. Siz Meclis'tesiniz size çok görev düşüyor. Anlamlı bir uzlaşmaya gidilseydi (Ecevit döneminde) ne Ergenekon ne AKP olmazdı.”

Seçme: 3
“... AKP'nin çıkışları yanlıştır. Son bir buçuk yılda büyük bir savaşa yüklendiler. Nihai tasfiye operasyonları yaptılar. Sayın Başbakanı buna inandıran ekip (2011'de) PKK'yi bitireceğiz' dedi. 10 bin kişiyi (KCK) içeriye aldılar, Bu güç MİT'e de darbe planladı. Ben hemen devreye girdim, 'bu darbedir' dedim. Ergenekon'dan farkı yok. Başbakan MİT'e darbe yapılınca sıranın kendisine geldiğini gördü, Başbakan vatana ihanet suçundan tutuklanacaktı. (Durdu yeniden söze başladı) Genelkurmay Başkanının (İlker Başbuğ'u kastetti) tutuklanması da budur. O güce Cevat Öneş 'darbe' dedi. Bu yüzden ben devreye girdim, yardımcı olayım dedim.”

Seçme: 4
“... Bir darbe var, fakat derinliğini tam fark edemiyorum. MİT'i düşürseydiler. Türkiye'de tüm kaleler düşmüş olacaktı. Hakan Fidan tutuklansa, sonra sıra Başbakan'a gelecekti. Benim bu süreci canlandırmam, darbeyi engelleme sorumluluğu... Darbeyi önleyebileceğimi fark ettim ve süreci başlattım.”

Seçme: 5
“Türkiye'de 3 koldan paralel devlet çalışması var. Bu ilişkileri sabote edilmeye başladı. Sıradan lobiler değil. ABD'de Yahudi, Ermeni ve Rum lobileri stratejik ve taktik müdahale ediyorlar. Her 3'ü de Anadolu çıkışlıdır. Sözde bir hükümet var, sözde bir parlamento var. CHP ve MHP paralel devletin izdüşümleridir, basit aletleridir; AKP'ye de, medya ve iş adamlarına da sızmışlar. Sadece MİT kalmış, hedeflenen bizim geliştirdiğimiz diyalogdur. MİT Müsteşarı düşürülmek isteniyor.”

Seçme: 6
“Ergenekon’un bizden beklentisi 2002’den itibaren savaşı tırmandırmamızdı. Ben AKP’nin tam olarak oturması ve olgunlaşması için bilerek bekledim, sabrettim. AKP anlar dedik. AKP darbe ile uğraşırken başını belaya/derde sokmayalım dedik. Onlar darbelerle uğraştılar. 2007, 2009 hatta 2011’e kadar seçim hesapları, oy hesapları yaptılar. Ben geri çekildim.(...) Süreci esastan bozan güç kim diye baktım. (...) 7 Şubat MİT’e darbesi... Ben bir darbeyi sezdim. Cezaevi müdürüne ‘Hakan Bey’i (MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı kastediyor) yalnız bırakmamak gerekir’ dedim. Sözlü, yazılı iletişime geçtim, 5 ay önce tekrar kanal açıldı, diyalog başladı."

Seçme: 7
Sırrı: Rojava (Suriye'nin Kürt bölgesi) için bir aktarımınız olacak mı?
Öcalan: Suriye'de Kürtler iki tarafla da görüşsünler, kim haklarını verirse onunla çalışsınlar. Suriye Demokratik Kurtuluş Cephesi olsun. (...) Kürtler (Suriye'deki Kürtleri kastederek) Barzani'nin emrine giremez. Onun çizgisi farklı. Kürtler mutlaka bir öz savunma gücü oluşturmalı.”

Seçme: 8
Sırrı: Sayın Başkanım Kandil diyor ki: ...
Öcalan: (Sırrı'ya dönerek) PKK bile beni anlamıyor. Beni bir ağabey bir baba gibi görüyor. Endişlerini paylaşıyorum. (...) Ben 3 aşama ve 10 ilke öneriyorum. Bu yazı üzerine cesurca tartışacaksınız. Bunu Kandil’e ve Avrupa’ya götüreceksiniz. Kendi aranızda iş bölümü (heyeti kastederek) yaparak, Kandil ve Avrupa’ya bu görüşmeyi anlatın. Daha önce 3 hafta demiştim ama 2 hafta içerisinde gelirse, görüşlerimi revize ederim. (...) Newroz’a bunu ilan etmek istiyorum. İlanı ben yapacağım. (Sırrı’ya dönerek) Kolektif haklar ve Kürt reformu yasası yapılacak. Biz demokratik özerklikte ısrar edersek, bu sabote olur.”

Seçme: 9
Sırrı: Başkanım her şeyi konuştuk. Bir de başkanlık meselesi var. Kamuoyu bu konuda çok hassas.”
Öcalan: Başkanlık sitemi düşünebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığı destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz. Yalnız Başkanlı ABD’deki gibi olmalı, devlet meclisi gibi senato. İkincisi, bir de halklar meclisi. Bunu adı demokratik meclis de olabilir.”

Seçme: 10
Sırrı: Sizin konumunuz ne olacak?
Öcalan: (Gülerek) Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, Ne KCK tutuklusu kalır ne başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum. Yalnız, herkes bilmeli ki, ‘Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de eskisi gibi savaşacağız’. Kendime güveniyorum. Şunu iyi bilin devlet de ben de vazgeçemeyiz. Tarihi bir barış ve demokratik yaşama geçiş.”

"Görüşme Notları", nereden nereye geldiğimizin anlatımıdır.
Güncel soru şu olabilir mi?

Nereye gidiyoruz?.


Turgut Çelik Milliyet blog

27 Şubat 2013

Mustafa Sarıgül'ün gerçeği..


 
 
Sarıgül, İstanbul'da kazanabilir mi: Kazanır...
 
Ancak silah dayasanız adaylığını koymaz... Çünkü o sadece Şişli'deki 'dükkanın' açık kalmasının peşinde'

İstanbul'un trafiği en keşmekeş, havası en kirli, en fazla çarpık kentleşmenin olduğu ilçesi hangisidir desem... Ve en borçlu belediye hangisidir diye eklesem... Ne cevap verirsiniz... Ben tüm soruların cevabını peşinen söyleyeyim: Şişli...
Peki nasıl oluyor da Şişli'nin başkanı Sarıgül en başarılı belediye başkanı olarak biliniyor? Ve Şişli yetmiyor solun yeni umudu olarak pazarlanmaya çalışılıyor. Kendi kendinize sordunuz mu? Ben sordum... Bu sorunun cevabı Mustafa Sarıgül'ün PR'larla örülü yaşamında gizli. Gelin o zaman birlikte 'solun son umudu' olarak pazarlanan Sarıgül'ün gerçek hayat hikayesine bir uzanalım...

Mustafa Sarıgül 1956'da Erzincan'ın İliç İlçesi'ne bağlı Güngören Köyü'nde dünyaya geldi. İlkokulu Güngören'de okudu. Ailesi birçok Anadolu köylüsü gibi köyünde geçinemiyordu. İstanbul'un yolunu tuttular. Babası Hakkı Bey'in elinde bir meslek yoktu.

MERKEZ Mahallesi, Yeniyol Sokak, 4 No'lu Park Apartmanı'nın apartman görevlisi oldu. Hakkı Sarıgül çocuklarını zor koşullarda da olsa okutmak istiyordu. Mustafa, Şişli Ortaokulu'na kaydoldu. Ardından ise Zincirlikuyu Yapı Meslek Lisesi'ne gitti. Dönemin bakanı Mustafa Üstündağ'ın başlattığı 3 aylık öğretmenlik kursunun ardından öğretmen olarak çıktı. Ancak tek bir derse dahi girmedi. Onun gözü hep yükseklerdeydi.

İETT SINAVINDA BİRİNCİ


MUSTAFA Sarıgül, önce Kağıthane Belediyesi'nde çalıştı. Ardından İETT sınavlarına girdi. Sınavı birincilikle kazandı. Siyasi rakipleri Sarıgül'ün bu başarısını 'gülümseyerek' dinliyorlar. Onlara göre Sarıgül, rüşvet vererek sınav cevap anahtarını ele geçirmişti. Yoksa yazılıda 100 alırken neden sözlüde 58 alsındı?

NEYSE geçelim...

MUSTAFA Sarıgül, artık hayatının kurgusunu değiştirecek iki kurumla neredeyse aynı zamanlarda tanışmıştı... CHP ve belediye...
CHP gençlik kollarına üye olmuş ve belediyenin İETT'sinde çalışmaya başlamıştı.

CHP'DE kendisine örnek aldığı isim ise İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu'ydu.

Köksaloğlu aslen Sivas Suşehri doğumluydu. O da Mustafa Sarıgül gibi belediye meclis üyeliğinden gelmiş, 1973 seçimlerinde İstanbul milletvekili seçilmişti. Mustafa Sarıgül, Köksaloğlu'nun evinden çıkmıyordu.

'ÇOCUK OLMAYACAK'


ABDURRAHMAN Bey'in iki kızı vardı: Hülya ve Aylin.
HÜLYA Köksaloğlu'nun kalbi delikti. Doktorlar fazla yaşamayacağını söylemişlerdi. Eve gelip gidişleri sırasında Mustafa Sarıgül, Hülya'ya ilgi duydu. Hülya da bu hastalıklarla örülü yaşamında bir kez olsun gelinlik giymek istiyordu. Baba Köksaloğlu itiraz etti. Mustafa Sarıgül'e güvenmiyordu. Fakat hasta kızının son isteğini geri çeviremedi.
TEK bir şart koştu: 'Çocuk yapmayacaksınız.'
ZATEN bunu doktorlar söylemişti: Hasta kalbi gebeliğe dayanamazdı.

MUSTAFA çocuk olmayacak sözü vererek evlilik iznini kopardı. Artık İstanbul CHP'nin en önemli isminin damadıydı.

ANCAK tabii ki kayınpederine verdiği sözü tutmadı. Hülya Sarıgül hamile kalmıştı. Mustafa'ya göre çocuk yapmak, Allah'ın bir 'emir'iydi. Emir'e karşı çıkılmazdı. Doğan çocuklarına 'Abdurrahman Emir' ismini koydular.

DEĞİŞMEYEN VEKİL

ABDURRAHMAN Köksaloğlu'nun Abide-i Hürriyet Caddesi'ndeki Pirelli Lastik bayisinin de adı 'Oto Sivaslı'ydı. Aynı zamanda otopark işletmeciliği ve taksi işletmeciliği de yapıyordu. İki ülkücü militan akşam saatlerinde lastik bayisinin önüne geldi. Biri kapıda gözcülük yaptı. Diğeri içeri daldı. Masasının başında çalışan Abdurrahman Bey'e 2 el ateş etti. Her iki kurşun da kalbine saplanmıştı.

Abdurrahman Bey ayağa kalktı, zorlukla da olsa dükkanın depo bölümüne kadar süründü. Orada yığıldı. Ameliyata alınan Abdurrahman Köksaloğlu kurtarılamadı.

KÖKSALOĞLU'NUN ölümünden sonra dükkanda işleri toplamaya çalışan iki kişi vardı. Biri genç damat Mustafa Sarıgül diğeri getir götür işlerine bakan Bayram Özata!..(Bayram Özata sonraki yıllarda değişmeyen Belediye Başkan Vekili oldu. Ayrıca Bayram Bey'in ticarette de işleri rast gitti. Özata Şirketler Grubunu kurdu. Sarıgül'ün siyasi rakipleri Abdurrahman Köksaloğlu'nun öldüğü gün çelik para kasasının kaynak makinesiyle kesildiği iftirasını da attılar. Oysa zaten Sarıgül'e yüklüce bir servet kalmıştı. Kaynak makinesine lüzum yoktu.)

ABDURRAHMAN Köksaloğlu'nun cenazesinde tabutu dönemin İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil'le birlikte omuzladı. Artık yakınlaşma sırası Aytekin Kotil'e gelmişti.

BABASININ ölümünden bir yıl sonra... Hülya Sarıgül de yaşama veda etti.

BU arada Mustafa Sarıgül'ün siyasette yıldızı parlıyordu. 1987 genel seçimlerinde ön seçimle girdiği seçimlerden parlamentonun en genç milletvekili olarak çıktı.
MUSTAFA Sarıgül 1993'te Aytekin Kotil'in yeğeni Aylin Kotil'le evlendi.

SİYASETTE önünü açan kişi ise Hüsamettin Özkan oldu. 1999 yerel seçimlerinde aday gösterilmeyeceğini anlayınca DSP genel merkezine gitmiş ve saatlerce beklemişti. Ağladığı konuşuluyordu. Sarıgül hırsına yenik düşmüştü. Hüsamettin Bey gücünü gösterdi ve Sarıgül Şişli'den belediye başkan adayı oldu.

TAM 15 yıldır bu görevde... Şişli Belediye Başkanlığını yürütüyor. Ama onu asıl popüler kılan şeyin başında cenaze işleri geliyordu. Ölü evinin yasçısı düğün evinin tefçisi lakabı da buradan kaynaklanıyor. Teşvikiye Camii'ndeki hiçbir cenazeyi kaçırmıyordu.

BİR de hemen hemen Anadolu'nun her yerinde Şişli Belediyesi'nin cenaze arabasını görebilirsiniz. Kim nereye nakil isterse şehir bölge önemli değil... Üzerinde Şişli Belediyesi logolu cenaze arabası hizmetinizdedir.

MEDYAYLA ilişkileri de her zaman iyi oldu. Mesela onu yere göğe koyamayan birçok TV-gazetecinin program sponsoru milimetrik İnşaattı. Milimetrik İnşaat, Emir Sarıgül'ün şirketiydi. Bir diğer şirketinin ismi ise oldukça ironikti. Maritza... Maritza Latince 'bitmeyen ortaklık' anlamına geliyordu.

Türkiye'nin en büyük 500 şirketinin 420'sinin genel müdürlükleri Şişli sınırları içerisindeydi. Ve şirketinizin rahat edebilmesi için Şişli Belediyesi ile 'iyi' ilişkiler kurmak zorundaydınız. (Bir belgesel hazırlıyorum. Adı 'İrtifada Sessizlik' İmar Planı tadilleriyle yapılan büyük vurgunu ve medyanın büyük suskunluğunu anlatıyorum) Sarıgül'le 'iyi' ilişkiler kurulursa sorunsuz bir şekilde ticari hayatınıza devam edebilirdiniz. Sarıgül'ün Şişli'deki en büyük yaratıcılığı buydu.

'İYİ' İLİŞKİ PEŞİNDE

ÖRNEĞİN... İlaç sektörünün tartışmasız 1 numarası olan bir holdingimiz yapacağı alışveriş merkezi için izin almasının yeterli olacağını düşündü. Sarıgül'le 'iyi' ilişkiler kurmadı. Sonuç tam bir felaket oldu. İnşaat bitmiş, dükkanlar hazırlanmış ama istenen belediye izinleri bir türlü çıkmıyordu. Sonunda canına tak eden holdingin patronu Ankara'nın yolunu tuttu. Sarıgül'ü Deniz Baykal'a şikayet edecekti. Yine de kibar bir dille Sarıgül'ün gereksiz yere sorun çıkardığını söyledi. Baykal Sarıgül'ü aradı. 'Beyefendi'ye kanunlar çerçevesinde lütfen yardımcı ol' dedi. Sarıgül kavga değil 'iyi' ilişki peşindeydi. 'Efendim bir 'evrak' eksik kaldı tamamlasınlar hemen ruhsatı vereceğim' dedi.

'Evrak' tamamlandı, 'iyi' ilişki kurulmuş oldu.

MUCİZEVİ yöntemlerle arsa yaratabiliyordu. Feriköy'de yolu bir inşaat şirketine verdi. Evet evet yanlış okumadınız. Bir inşaat şirketi Lalaşahin Caddesi üzerinde inşaata başladı ve rezidans yaptı. Şimdi yol rezidansın etrafından dolaşıyor. İnşaat şirketinin Sarıgül'le 'iyi ilişkiler' kurduğu biliniyordu.

SARIGÜL İstanbul'u kazanır mı?

ANKETLERE bakacak olursanız şansı var. Kazanabilir. Ancak bir şartla... Başbakan Erdoğan'ın müsaade ettiği ölçüde... Çünkü Şişli Belediyesi'nin İçişleri Bakanlığı'nda bekleyen dosyaları iş ciddiye binince ortalığa dökülüverir. Bunu da en iyi Mustafa Sarıgül biliyor. O yüzden haftada bir 'abla' dediği Emine Hanım'ı aramayı ihmal etmiyor, bir cenazede karşılaştığı muhtemel rakibi Kadir Topbaş'ı arsız çocuk gibi sarılıp yanağından öpüyor. 'Kadir Topbaş varsa ben yarışta yokum' diyor. (Sarıgül'ün siyasi rakipleri Topbaş'ın çocuklarıyla Emir Sarıgül'ün ortak iş yaptıklarını söylese de gerçekle ilişkisi yok bunun) Ama elbette İstanbul Büyükşehir adaylığı için değil. Sadece Şişli'de yerini koruyabilmek için.
HADİ ben de aynı tahminde bulunayım. Sarıgül'e silah dayasanız da İstanbul'a aday olmaz...
Olamaz...

ÇÜNKÜ o sadece Şişli'deki 'dükkanın' açık kalmasının peşinde.
..

23 Şubat 2013

Balyoz ve Ergenekon tezgahı...

 

 


Aşağıdaki "Balyoz" ve "Ergenekon" adı verilen ve doğrudan Kemalist, Ulusalcı, Laik Cumhuriyet'in korumacısı olan ülke aydınlarıyla, doğrudan T.S.K. yı hedef alan kurmaca davaların kaynağı birinci elden ve bu kurgunun içinde olup da sonradan pişmanlık duyan Orhan AYKUT tarafından anlatılmakta ve itiraf edilmektedir...
 


Orhan Aykut : Bavulu İskender Pala’dan aldık,
CD’leri Ankara’da ürettik!

Bavulu Movenpick Otel’de teslim aldık Tarih: 2007... Yer: İstanbul Movenpick Oteli... 1. Ordu Komutanlığı’nda, 2003’ün Mart ayında yapılan Plan Semineri’ne ait dokümanlar, dönemin AKP Milletvekili İhsan Arslan’a teslim ediliyor.

İhsan Arslan, seminer dokümanlarını Ankara’ya götürüyor ve belgeler üzerinde değişiklik yapılıyor.

Balyoz tertibine hazır hale getirilen belgeler, 2010 yılında Taraf muhabiri Mehmet Baransu’ya veriliyor

Matkap Operasyonu kapsamında çete lideri olmaktan 5 yıl hapis yatan Orhan Aykut, Balyoz davasında kullanılan CD’lerin kimler tarafından ve nasıl üretildiğini Aydınlık’a anlattı.

4 Ekim 2012 tarihinde Metris Cezaevi’nden tahliye olan çıkan Orhan Aykut, 2007 yılında dönemin AKP Milletvekili İhsan Arslan’la birlikte yer aldığı buluşmayı şöyle anlattı:

Aydınlık - Balyoz belgeleri nereden geldi?

Orhan Aykut - Mahkemede anlattım. Uzun saçlı eski bir binbaşı...

Aydınlık - Sınıfını biliyor musunuz?

O.A. - Denizci.

‘İhsan Arslan’la beraber aldık’

Aydınlık - Denizci bir binbaşı, uzun saçlı.

O.A. - Evet. Bir de ABD’li bir senatörle birlikte Mövenpick Oteli’ne getirdiler. O sırada Egemen Bağış da oradaydı. Fakat Egemen Bağış’ın haberi var mı, yok mu bilmiyorum. Biz o belgeleri aldık.

Aydınlık - Egemen Bağış da otelde miydi?

O.A. - Evet oteldeydi. İhsan Arslan’la beraber oturuyordu.

Aydınlık - Aldık derken kaç kişiydiniz?

O.A. - Benimle birlikte İhsan Arslan aldık. Bir de onun koruması, şoförü vardı.

Aydınlık - İsimleri ne onların?

O.A. - Korumanın, polis olanın ismi Ramazan’dı. Soyismini hatırlamıyorum. Şoförü de tam hatırlamıyorum.

‘Ankara Dikmen’deki ofisine götürdük’

Aydınlık - Nasıl belgelerdi bunlar?

Ramazan Akyürek

O.A. - Bir valizin içindeydi. Büyük bir valiz. Çünkü biz Ankara’ya giderken, beraber gittik, aynı arabada gittik. İhsan Arslan yolda sık sık Ramazan Akyürek’i arıyorlardı.

“Bunlar bize çok lazım” diyordu. Biz Dikmen’e gittiğimiz zaman Ramazan Akyürek de geldi. Onlar belgeleri aldılar, 5’inci kata gittiler. Zaten 5’inci katta yaklaşık 50-60 kişi çalışıyorduk.

Aydınlık - Ne yapıyordunuz?

O.A. - Sahte bir şeyler yapıyorduk. Zaten iddianameler orada hazırlandı.

‘İçinde belgeler vardı’

Aydınlık - Bavulu açtınız mı?

O.A. - Açtık.

Aydınlık - Ne vardı içinde?

O.A. - Belgeler vardı, CD’ler vardı.

‘Belgeler 2009’da piyasaya sürdüldü’

Aydınlık - Balyoz belgeleri götürüldü, sonra ne oldu?

O.A. - Orada ayarlandı, 2009 tarihinde de piyasaya sürüldü.

Ali Fuat Yılmazer

Aydınlık - O zaman sizin bahsettiğinize göre şöyle bir şey mi anlamamız lazım: İhsan Arslan başkan olsun. Altlarında Akyürekler, Ali Fuat Yılmazer...

Onun altında, hükümet kanadında bir AKP ekibi var, bakanlarla vs. ilişki içerisinde. Bir tarafta siz ve sizin gibi bazı kişiler, onlarla beraber çalışıyor.

İskender Palalar da bu organizasyonunun içerisinde. Bunlar belge üretiyorlar ve Türkiye’de komplolar düzenliyorlar. Böyle mi anlamamız gerekiyor?

O.A. - Aynen öyle.

Aydınlık - Bu biraz basit oldu ama.

O.A. - Hayır, aynen anlattığınız gibidir.

‘Belgeleri getiren İskender Pala’ydı’

Aydınlık - ‘Uzun saçlı binbaşı’ dediniz. Emekli mi?

O.A. - Emekli değil. İrticadan dolayı ordudan atılmış.

Aydınlık - Adı ne?

O.A. - Adını bilmiyorum.

Aydınlık - Tanıyor musunuz?

O.A. - Tanıyorum.

Aydınlık - Nereden tanıyorsunuz?

O.A. - Sonradan tanıdım.

Aydınlık - Nasıl tanıdınız?

O.A. - İhsan Arslan’ın ekibine dahil oldu, ondan sonra tanıdım.

Aydınlık - Fotoğrafını görseniz budur diyebiliyor musunuz?

O.A. - Tabii tanırım. Ezbere konuşmuyorum.

Aydınlık - Aydınlık Gazetesi, bu kişi için “İskender Pala” dedi.

O.A. - Aynen öyle. Doğrudur.

Aydınlık - Öyleyse İskender Pala, ABD’li bir senatörle, 2007 tarihinin Ekim ayında İstanbul Levent’teki Mövenpick Oteli’ne geldiler, bir bavul dolusu, içerisinde belgelerin, kağıtların, CD’lerin olduğu bavulu size ve İhsan Arslan’a beraber teslim ettiler.

 


 


O.A. - Aynen öyle.

Aydınlık - Bu işi de ordudan atılma, denizci İskender Pala yaptı.

O.A. - Evet.

Aydınlık - Bunu İskender Pala kabul etmiyor ama.

O.A. - Tabi kabul etmez. Adam bir suç işlemiş, burada bir çete var. Büyük bir çete. Kabul eder mi?

Aydınlık - Siz kabul ediyorsunuz ama.

O.A. - Ben adam gibi adamım. Kabul ederim.

Aydınlık - İskender Pala başka işlere karıştı mı?

O.A. - Onu görmedim.



Orhan Aykut kimdir?

Orhan Aykut; 1963, Muş doğumlu. İstanbul Fatih’te ticaretle uğraştı. AKP Milletvekilleri İhsan Arslan ve Abdullah Veli Seyda ile aşiret ilişkileri nedeniyle yakınlık kurdu ve birçok milletvekiliyle ticaret yaptı.

Aykut, Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcısı Ercan Başaran ve Metin Arda’ya ayrı ayrı verdiği ifadelerde AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan ve dönemin İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’le yaşadığı anlaşmazlıklardan hemen sonra “Matkap” adı verilen operasyonla 2008’in Ocak ayında gözaltına alındı.

İddianameyi İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hikmet Usta hazırladı. Dava İstanbul 14. Ağır Ceza’da kabul edildi.

Aykut, hüküm giymeden 10 gün önce; 18 Mayıs 2010’da Başsavcı Ercan Başaran ve Metin Arda’ya ihbarda bulundu ve İhsan Arslan ve Ramazan Akyürek’in yasadışı dinlemelerin başında yer aldığını anlattı. Bundan sonra devlet içindeki bu yapılanmaya ilişkin bildiklerini anlatmaya başlayan Aykut’un başına gelmeyen kalmadı.

Aykut’un 2 oğlu, ifadeden birkaç gün sonra tehdit edildi. Orhan Aykut, 4 Ekim 2012 tarihinde tahliye edildi.


AYDINLIK 17 Ocak 2013

‘Silahları gömün’ talimatı İHSAN ARSLAN’dan
Orhan Aykut, Ergenekon-Poyrazköy kazıları öncesi yaptığı tanıklığı anlattı
 
Silah gömülmesi işinde Arslan, Akyürek ve Yılmazer var

İhsan Arslan’ın AKP Milletvekili olduğu dönem en yakınında bulunan isimlerden Orhan Aykut, Ergenekon-Poyrazköy kazılarında bulunduğu iddia edilen silahları anlattı. Aykut, ‘Mühimmatlar, İhsan Arslan’ın talimatıyla gömüldü’ dedi

Eski AKP Milletvekili İhsan Arslan’la, yine eski vekil Abdullah Veli Seyda aracılığıyla yakınlık kurduktan sonra Arslan ekibine katılan Orhan Aykut, Aydınlık’a özel açıklamalarda bulundu.Aykut, dünkü Aydınlık’ta, Balyoz CD’lerinin nasıl üretildiğini anlatmıştı.

Ergenekon ve Poyrazköy soruşturmalarında gündeme gelen gömülü mühimmatlar konusunda da Aykut’un çarpıcı açıklamaları oldu.

Aykut, gömülü mühimmatlar ve silahlar konusunda şu açıklamaları yaptı:

‘2005’te başladılar’
Orhan Aykut- Delil yok ya, silah gömdüler, sahte belgeler yapıldı, sahte deliller üretildi. Hepsi yapıldı.

Aydınlık - Nereye gömüldü bu silahlar?

O.A.- Türkiye’nin 81 iline de gömüldü. Kafasını kaldıran, bu silahlarla irtibatlandırılıyordu.

Aydınlık- Nasıl yani? Kaç yılında gömdüler, kimler yaptı bu işi?

O.A.- 2005’ten sonra başladılar gömmeye. Örneğin Zir Vadisi’ndeki silahları bizzat Ankara İstihbaratı gömmüştür. İhsan Arslan’ın şeyinde oldu. O krokiler vs. hepsi İhsan Arslan’ın ofisinde üretilmiş, sahte.

Aydınlık- Başka nerelerde gömüldü bu silahlar?

O.A.- İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de. Daha başka yerlerde. Bu silahların çoğu çıkarılmamıştır zaten. Yani onların yaptığı operasyonların çoğu başarısız. Öyle görüyorlar. Şu anda başarısız.

Aydınlık- Sözünü ettiğiniz silahlar, Ergenekon kapsamında yapılan aramalarda bulunan silahlar mı?

O.A.- Evet.

Aydınlık- Poyrazköy’de de var.

O.A.- Evet. Poyrazköy de var. Örneğin Bedrettin Dalan’ı diskalifiye etmek, okullarını kapatmak için onun toprağına da gömdüler.

Aydınlık- Poyrazköy’deki silahları kim gömdü?

O.A.- Kendileri gömmüş. İhsan Arslan’ın yanında en az bin kişi çalışıyor.

‘Akyürek, Yılmazer var’

Aydınlık- Kim bu bin kişi? Yani görevleri açısından soruyoruz.

O.A.- Bunların içinde savcısı da, hakimi de, polisi de, doktoru da var. Bunlar büyük bir yapı.

Aydınlık- Mesela hangi savcı onlarla birlikte hareket ediyor? Hangi savcı, hakim, polisler bu yapının mensubu?

O.A.- İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek. Ali Fuat Yılmazer, İstihbarat Şube Müdürü. Bunların emrinde kaç bin tane polis var... Kaç tane muhbir var...

Aydınlık- Siz bu silah gömülme işlemlerine hiç tanıklık ettiniz mi?

O.A.- Tanıklık şu şekilde. Adam Manisa’dan yüklüyordu silahları, getiriyor, gömüyordu.

Aydınlık- Nasıl oluyor?

O.A.- Örneğin biz otelde oturuyorduk, belgeler geliyordu. Burada bu kadar gömülmüş, şurada şu kadar gömülmüş vs.

Aydınlık- Kayıt altına mı alınıyordu?

O.A.- Evet kayıt altına alınıyordu.

Aydınlık- Manisa dediniz. Niye Manisa?

O.A.- Bilmiyorum.

Aydınlık- Manisa’da bir yer mi var?

O.A.- Askeriyenin bir yerinden geliyordu bunlar.

Mustafa Dönmez’in bahçesindeki silahlar

Aydınlık- Yani askeriyenin mühimmatını ya da silahını alıp, Manisa’dan çıkartıyorlar, Ankara’ya ya da çeşitli yerlere gömüyorlar mıydı?

O.A. - Evet. Çeşitli yerlere. Örneğin Erzurum’a da gömdüler, Muş’a da gömdüler. Krokiler ellerinde. Mesela Yarbay Mustafa Dönmez. Nereden biliyorum diyeceksiniz.İhsan Arslan’la kavga ediyorum.

Aydınlık- Ne kavgası?

O.A.- Bunlar Sapanca’da komşu.İhsan Arslan’ın korumaları Yarbay Mustafa Dönmez’i tartaklıyorlar Sapanca’da. Bunlar birbirlerine giriyor, kavga ediyorlar, birbirlerini tehdit ediyorlar. İhsan Arslan bizzat emir veriyor, Ziir Vadisi’ndeki silahları onunla irtibatlandırıyorlar. Bu ortada. Her şey ortada.

Aydınlık- Bu kavgayla mı ilgili bunlar yaşıyor?

O.A.- Tabii ki. Birisi kavgadan, birisi solcudur, birisi Atatürkçüdür, birisi bilmem nedir. Bunlardan olmayanları tek tek topluyorlar.

Aydınlık- Mustafa Dönmez’in Sapanca’daki evinden de bir takım mühimmatlar çıktı.

O.A.- Kendileri koydurmuştur.

Aydınlık- Kendileri derken...

O.A. - İhsan Arslan koydurmuştur.

Anlaşmazlık yaşadı, hapse atıldı

Orhan Aykut, İhsan Arslan ve dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ile anlaşmazlığa düştükten sonra Matkap operasyonu kapsamında 3 Ocak 2008 tarihinde saat 21.30 sularında eşofmanlı olarak evinin önünde otururken gözaltına alındı.

Sabah 06.30’a kadar polis otosunda elleri arkadan kelepçeli olarak gezdirildi.Sonra da Halime Dayan adlı kişinin Fatih’teki ikametgahına polis zoruyla sokuldu.Orhan Aykut orada gözaltına alınmış gibi gösterildi. Polisin çektiği kamera kayıtları ve fotoğraflar medyaya servis edildi.

Orhan Aykut 57 aylık tutukluluğunun ardından 4 Ekim 2012’de Metris Cezaevi’ndeyken tahliye edildi.


AYDINLIK 18 Ocak 2013

ÖCALAN 66 İSİM VERDİ’

İhsan Arslan, Öcalan’dan daha tehlikeli’
Bir dönem İhsan Arslan’la çalışan Orhan Aykut, Arslan’ın sık sık İmralı’ya gittiğini söyledi.Öcalan’ın, bu görüşmelerde 66 kişilik isim listesi verdiğini belirten Aykut, ‘Listede Çetin Doğan, Cemal Temizöz, Kamil Atak ve Levent Ersöz var’ dedi

Dönemin AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan’ın ekibinden ayrıldıktan sonra Matkap Operasyonu kapsamında tutuklanan Orhan Aykut, “Arslan, Öcalan’dan daha tehlikeli” dedi.

Aydınlık’a konuşan Aykut, Arslan’ın sık sık İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan ile görüştüğünü ifade etti.Aydınlık’a, İmralı kaynaklarından ulaşan bilgi de, Orhan Aykut’un anlatımlarını doğruladı.

Kaynaklar, Arslan’ın liste aldığı görüşmeyi, MİT’çiler eşliğinde gerçekleştirdiğini belirtti.

‘Açılım’da kilit isim
İmralı kaynakları, Arslan’ın açılım sürecinde de önemli görevlerde bulunduğunu bildirdi.Buna göre İhsan Arslan, İmralı ile 2008’den bu yana yürüttüğü görüşmelerde Öcalan’ın yeniden örgüte hakim olmasını ve açılım sürecine dahil edilmesini sağladı.

MİT’in bilgisi dahilinde yapılan görüşmeleri,Başbakan Erdoğan’ı temsilen yürüttü.MİT’in Öcalan ile teması bu görüşmelerden sonra başladı.Arslan, 2012’de İmralı’ya üç defa gitti.Şubat, Temmuz ve Ekim aylarındaki görüşmelerin ikisi MİT’çilerin biri ABD’lilerin katılımıyla gerçekleşti.

‘Sağ kolu gibi’
İhsan Arslan, İmralı’yı ziyaret eden ilk vekil. Abdullah Öcalan’ın sağ kolu gibi.

- Ne zaman ziyaret etti?

2002’den sonra sık sık Öcalan’ı ziyaret etti.

- Kimin adına bu ziyaretleri gerçekleştirdi?

Hükümet adına.

- Nereden gidiyordu?

Ankara’dan, İstanbul’dan... Ataköy’den biniyordu bazen. Bazen helikopterle gidiyordu.

- Görüşmelerin içeriğine dair bilginiz var mı?

Sadece Öcalan’ı serbest bırakacaklarını söylüyordu. Eylemlere ara vermelerini istiyordu. Halen de gidip geliyor.

‘Öcalan 66 kişilik liste verdi’
İhsan Arslan’ın, bir İmralı dönüşünde 66 isim getirdiğini biliyorum.

- 66 isim derken neyi kastediyorsunuz?

Bunların tutuklanmaları için Öcalan, İhsan Arslan’dan rica etti.

- Kimler var orada?

Benim şu anda aklımda kalanlar şöyle: Çetin Doğan, Cemal Temizöz, eski Cizre Belediye Başkanı Kamil Atak, Levent Ersöz.Bu bilgiyi, dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’ya gönderdiğim mektupta da belirttim.

‘Güneydoğu bölgemizden Kürdistan diye söz eder’
- İhsan Arslan’ın, PKK’ya desteği var mı?

Olmaz olur mu. Öcalan’dan daha tehlikeli. Hiçbir zaman Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi demiyor, Kürdistan diyor.

“Elbette bir gün Kürdistan kurulacaktır” diyor. Oslo görüşmelerinin başında da o geliyor. Bir araya getiren İhsan Arslan.

‘Faili meçhullerin yakınlarını tek tek gezdi’

Türkiye’de faili meçhul kişileri gezdiler. Mesela İhsan Arslan; Doğu ve Güneydoğu’da faili meçhul kalan kişilerin yakınlarını tek tek ziyaret etti.

Bunları resmi bir işe yerleştirip, para yardımı yaptı.

Arslan, “İleride yapacağımız operasyonlar için siz şikayetçi olun. Bize destek olun ki biz bu işi yürütelim” dedi.

- Faili meçhul soruşturmaları da böyle mi başladı?

Evet, böyle başladı.

- Bizzat kendisi böyle bir faaliyette mi bulundu?

Evet. Milletvekilliği yapmamıştır. Gidin bakın kaç defa Meclis’e gitmiştir?

Sadettin Bilgiç’in evini bombalamaktan yargılandı

İhsan Arslan, 1970’li yılların önde gelen siyasetçilerinden Sadettin Bilgiç’in evini bombalamıştı.Olayı, Sadettin Bilgiç, “Hatıralarım” isimli kitapta “Bizim evi dinamitle uçuracaklardı” başlığıyla, şu şekilde anlatıyor:

“Rahmetli babam 1970 yılının kurban bayramında kalça kırığından ameliyat olmuş, hastanede yatıyordu. Hastanede babamı ziyaret ederek eve geldiğimizde hemşerilerimle ve yazıhanemde çalışma imkanı verdiğim gençlerle karşılaştım. Hepsine ayrı ayrı hoşgeldin dedikten sonra kahvaltı için içeride bir odaya çekildik. O sırada ‘salonda yangın var, vestiyer yanıyor’ bağrışmaları oldu. Salona geldim.

“Pencerede bir oyuncak otobüs kutusu vardı. İçine dört adet dinamit lokumu yerleştirilmiş olduğunu görmeyelim mi! Derhal polise haber verdik... Ankara Emniyet Müdürü ve Ankara Valisi de geldiler.

“Polis, yaptığı incelemede, yazıhanemde çalışmalarına izin verdiğim gençler arasında bulunan, Sason’lu olduğunu ve Yükseliş Koleji’nde çalıştığını öğrendiğim bir gencin bombayı koyduğu anlaşıldı. Yine de davaya müdahil olmadım. Kamu davası yürüdü ve altı aya mahkum olan genç daha sonra tahliye edildi. En ağırını ve ilkini hafif atlattığımız bu anarşik hareketin basına yansımasını istemedim.”

Gazeteci Emin Çölaşan, Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde 28 Eylül 2006 tarihinde, o Sasonlu gencin İhsan Arslan olduğunu yazdı.

PKK kampına olaylı ziyaret

İhsan Arslan’ın hayatında önemli bir yer de, Mazlum Der Genel Başkan Yardımcısıyken yaptığı PKK kampına gidiş de yer aldı. 1996 yılında çatışmalarda PKK tarafından kaçırılan askerleri almak için dönemin Refah Partisi Van Milletvekili Fethullah Erbaş ve İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Akın Birdal ile birlikte örgütün kampına gitti. Arslan, Erbaş ve Birdal ile birlikte 9 Aralık 1996 tarihinde 6 askeri alıp, Habur’dan Türkiye’ye giriş yaptı. Ancak kampta çekilen fotoğraflar, günlerce Türkiye’de eleştiri konusu oldu.

İhsan Arslan kimdir?

M. İhsan Arslan, 1 Ocak 1948’de Sason’da doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Kamu’da memurluk ve öğretmenlik yaptı. İhracat-ithalat ağırlıklı olmak üzere ticari faaliyetlerde bulundu. Yabancı sermayeli şirketler kurarak Diyarbakır’da boru, kablo ve mermer fabrikaları kurdu. Zaman Gazetesi’nin imtiyaz sahibi oldu. Mazlum-Der’in iki dönem Genel Başkanlığı görevinde bulundu.

22. Dönem’de AKP Diyarbakır Milletvekili olarak Meclis’te yer aldı. İyi düzeyde Arapça ve Farsça biliyor.


AYDINLIK 19 Ocak 2013
 
Akyürek bana polis kimliği verdi

Orhan Aykut, İhsan Arslan ve ekibinin faaliyetlerini açıkladı…
Ergenekon, Balyoz, Odatv, Balyoz, Poyrazköy yapılan bu operasyonların hepsi sahte belgelerle, sahte dijital şeylerle yapılmıştır…

‘Akyürek odasında sigaramı yaktı’

Orhan Aykut, İhsan Arslan ekibinin içindeki üst düzey emniyetçinin eski İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek olduğunu açıkladı.Orhan Aykut, ekipten kopmadan önce aldığı özel kimlikle istediği yere girip çıktığını söyledi

Eski AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan’ın ekibinde yer alan, ancak daha sonra ekipten kopan ve bir operasyon sonucu 5 yıl tutuklu kalan Orhan Aykut, Arslan ekibinin içindeki üst düzey emniyetçiyi açıkladı.

Aydınlık’a konuşan Aykut, içindeki cemaat yapılanmasının en önemli isimlerinden olan eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’in, ekibin beyin takımında olduğunu açıkladı.



Akyürek’in kendisine özel bir kimlik verdiğini açıklayan Aykut,
“Akyürek’in Ankara’daki İstihbarat Daire Başkanlığı’nda çalışma odası vardı. Koltuğuna oturdum, sigaramı o yaktı” diye konuştu.Orhan Aykut’un açıklamalarına devam ediyoruz:

‘Kızıyla bile tanıştım’

Ramazan Akyürek’le, Trabzon’dan Ankara’ya geldiği zaman İhsan Arslan bizi tanıştırdı.

“Bu Orhan Aykut. Bizimle hareket edecek artık. Her konuda güvenmeni rica ediyorum” diye tanıştırdı.

Akyürek’le çok samimi olduk. Her yerde görüşüyorduk. Özellikle Akyürek’in Ankara’daki İstihbarat Daire Başkanlığı’nda.Ofisinde değil. Çalışma odası vardı onun. Akyürek’in koltuğuna da oturdum. Orada benim sigaramı Akyürek yaktı.Akyürek’in kızını da birkaç defa gördüm. İstihbarata gelip babasını ziyaret ediyordu. Adı Nalan. Küçük bir kızdı. Başı açıktı.

‘Yapının başında’

İhsan Arslan’ın ekibinde bin kişi çalışıyor. Bunların içinde savcısı da, hakimi de, polisi de, doktoru da var.

Bunlar büyük bir yapı.

İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek işin başı.

Ali Fuat Yılmazer, İstihbarat Şube Müdürü. O da yapının başındaki isimlerden.

Mesela istihbarattan bana bir kimlik verdiler, istediğim yere giriş çıkış yapabiliyordum. Bunu Ramazan Akyürek bana vermişti.

Ramazan Akyürek bir gün benden 2 tane fotoğraf istedi. 2 ya da 3 tane verdim, yaptı getirdi.Üzerinde “Her türlü silahı taşıyabilir, arama yapılamaz” yazıyordu. Benim fotoğrafım vardı. Benim adıma düzenlendi. Gerçek kimlik.Her yere girip çıkıyordum. Polisevi’nde, Orduevi’nde kalıyordum. Gel keyfim gel...

Bana keleş verdi’
Görevi bölümünde “terör uzmanı” yazıyordu. Kimlik sahte değildi. Kadrolu değildim ama her yere girip çıkıyordum.Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’ndaki kayıtlarda ismim mutlaka olmalı. Ben o kimliği 3-4 sene taşıdım. Olması gerekir.

Arabamda, TBMM giriş çıkış kartı da o kimlik de vardı.

İstihbarat bana uzun namlulu bir silah; keleş de verdi. Ramazan Akyürek verdi.

Dedim “Bana silah verin”. O da “beğen buradan” dedi ve çıkardı keleşi verdi. Temiz, sıfır daha. Bir de benim silahım vardı, tabancam. Ruhsatsız.

Can güvenliğim yok’

- Akyürek’le samimiyetinizin ölçüsünü anlatır mısınız?

Yapılan operasyonlarla ilgili bana bilgi vermişti. Ben de “Ağabey bu şekilde olur mu? Nasıl böyle bir operasyon yapıyorsunuz? Adamın suçu yok” dedim.

Örnek gösterdi:

“Eskiden kız türbanıyla üniversiteye giderse okuldan atılıyordu. Biz bunlardan intikam almak zorundayız. Türkiye’yi değiştireceğiz. Biz Amerika’nın gücünü arkamıza aldık. Bunu yapacağız. Bir taşla 3 kuş vuracağız. Bir, ulusalcıları ve Atatürkçü’leri diskalifiye edeceğiz. İki, Kürt’ü ‘Kürdüm’ diye korkmaktan çıkaracağız ve Abdullah Öcalan’ı serbest bırakacağız. Terör olayını bitiririz. Bunu yapmak için birkaç kişiyi içeri atacağız” dedi.

“Bunları tutuklamamız lazım” diye isim listesi verdi mi size?
Verdi. Listede Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Veli Küçük var. Sadece Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy değil, başka yerlerden de isimler toplanıyordu...

Mesela adam gayrımeşru bir şey yapmış, bunu oraya bağlıyor.Veya bir yerden geçmiş. Sen neden oradan geçtin?
İfadesini verene kadar 2 yıl geçiyor.

Eski Edirne Emniyet Müdürü Hanefi Avcı sık sık İhsan Arslan’la görüşüyordu.Hanefi Avcı bu işleri biliyor.

- Akyürek’le nasıl bir çıkar ilişkiniz vardı?

Girmeyelim.

- Bence girelim.

Benim can güvenliğim yok.

- Can güvenliğinizi görüntüyle sağlıyoruz.

Benim can güvenliğimi bu kaset kurtarmıyor. Ben biliyorum.

Şunu söyleyebilirim; Ergenekon, Balyoz, Odatv, Balyoz, Poyrazköy yapılan bu operasyonların hepsi sahte belgelerle, sahte dijital şeylerle yapılmıştır. Başka bir şey de yoktur.


AYDINLIK 20 Ocak 2013

Sen bizim Yeşil’imiz olacaksın’

Arslan ve Akyürek’le görüşmelerim tapelerde

Aydınlık’ın 4 gün önce başladığı dizi haber, ‘Orhan Aykut’un açıklamaları’nda en çarpıcı bölüme geldik.

Eski AKP’li Milletvekili İhsan Arslan, Aykut’a “Sen bizim Yeşilimiz” ol diyor. Orhan Aykut, bu teklifi kabul etmediğini söyledi



Eski AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan’ın ekibiyle çalışan ve yollar ayrılınca tutuklanan Orhan Aykut, Arslan’ın geçmişte kendisine “Sen bizim Yeşilimiz ol” teklifi yaptığını söyledi.

Aykut, İhsan Arslan ve eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’le yaptıkları telefon görüşmelerinin yargılandığı davanın dosyasına giren tapelerde bulunduğunu, ancak özellikle Akyürek’le olan görüşmelerinin tapelerinin imha edildiğini belirtti.

Aykut, geçmişteki Kanaltürk baskınının ve Gazeteci Tuncay Özkan’a suikast girişiminin perde arkasında da Arslan’a bağlı ekibin olduğunu söyledi.

Orhan Aykut'un; Arslan'ın teklifi, Tuncay Özkan'a suikast girişimi ve Arslan-Akyürek ilişkisi ile ilgili söylediklerinden satırbaşları şunlar:

"İhsan Arslan, Tuncay Özkan'ın susturulması için beni kullandı. Özkan'ın vurulması için talimat verdi. Mesela 4 kişilik liste vermiş. Diyarbakır eski Milletvekili vardı, Aziz Akgül. Eski Milletvekili Haşim Haşimi, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Tuncay Özkan. Bunların vurulması için talimat verdi."

Tuncay Özkan'a suikast
"İhsan Arslan o zaman Tuncay Özkan'ın vurulması için talimat verdi. O zaman İhsan Arslan Dubai'ye gitti. Ben yokum hesabı.

Bir akşam üzeri Tuncay Özkan'ın televizyonu basılıyor ve kurşunlanıyor.

Tarih tapelerde geçiyor. Oraya kadar girildi.

Tabii bunu tarayan da polislerle birlikte, polisler de oradaydı yani.

Ramazan Akyürek'in görevlendirdiği polisler.

6 tane polis benim emrimdeydi. O polisleri teşhis ederim.

Tarama işini Nesip diye bir polis yaptı. Soyadını bilmiyorum. Nesip beni aradı dedi ki 'Ağabey biz kurşunladık'. Tamam' dedim, o kadar.

Ben de ihsan Arslan'ı aradım 'Ağabey kurşunlanmış'. 'Tamam' dedi.

Ben o zaman İstanbul Aksaray'daydım, İhsan Arslan Dubai'deydi. Telefon görüşmelerimiz tapelerde var."

Tuncay Özkan, Arslan'ın fabrikalarını haber yaptı

"Tuncay Özkan onun hakkında Azerbaycan'da olan fabrikası ile ilgili haber yapacaktı, İhsan Arslan bu haberin yapılmaması için Tuncay Özkan'a 10 milyon dolar teklif etti.Özkan reddetti. Tuncay Özkan,'Bana 200 milyon dolar da teklif etseniz ben yayınlarım bunu' dedi. Gayri resmi olarak bu fabrikalarda, PKK'lılarla işbirliği ile ilgili bir durum vardı. Haber buydu."

Akyürek'le ilgili tapeler imha edildi

"Ramazan Akyürek'le olan görüşmelerimin tapeleri var. Tapelere giren 90 tane telefon görüşmesi var. Ama hepsi imha ediliyor."

Bana "Yeşil'imız ol" teklifi yapıldı
"Nasıl Tuncay Özkan'a saldırı yapıldıysa başkalarına yapılırdı yani. Mecidiyeköy'ün göbeğinde Tuncay Özkan'ın kanalını taramak nedir? Tapelerde var. Vardı ama mahkeme yok, kanun yok, nizam yok, adalet yok. Orman kanunu var. Ben AKP'nin tetikçisi olmadım. AKP'nin Yeşil'i olmamı teklif ettiler. Reddettim, ihsan Arslan söyledi. Telefon tapelerinde var."


 
İşte ülkenin yaşadığı içler acısı durumun bir kesiti sadece okuduklarınız, ya hala gün yüzüne çıkmayan ihanetler?...