13 Ocak 2015

O. çocuğu...

    











Osmanlı hanedanını kutsayanların, onları adeta ahlak-erdem abidesi sayanların dikkatine sunulur.  

OSMANLI'DA ERKEK EŞCİNSELLİĞİ


Osmanlı diye bir millet yoktur. Irk çorbası haremlerin meyvesi Osmanlı hanedanı vardır ve o hanedanın yönettiği devletin içinde çeşitli milletler bulunmaktadır. Bu milletlerden biri ve devletin kurucusu olan Türkler, özellikle 1.600'lü yıllardan itibaren devlet kadrolarından kovulmuştur. Devlet yönetimi tepeden tırnağa gayr-ı Türklerce ele geçirilmiştir.
O. çocuğu (Osmanlı çocuğu) olduğunu söyleyip Osmanlıya ecdat diyenlerin bazı gerçekleri bilmesinde yarar vardır.
Bizler Türk çocuğuyuz. Ya siz, Osmanlı çocuğu mu? Bu gerçeklerle yüzleşmeye yüreğiniz var mı?


ELÄ°NDE TESPÄ°H, EVÄ°NDE OÄžLAN, DUDAÄžINDA DUA

Osmanlı'da eÅŸcinselliÄŸin ayıp sayılması, kadın-erkek iliÅŸkilerinin normalleÅŸmeye baÅŸladığı Tanzimat Dönemi’nden (1839’dan) itibaren olmuÅŸtur.

İÇOĞLANLARI

Osmanlı sarayı ve hanedanında erkek eÅŸcinselliÄŸinin kurumsallaÅŸması I. Bayezid’in karılarından Sırp asıllı Olivera Despina kocası için bulduÄŸu Hıristiyan oÄŸlanlarla baÅŸlamıştır. Saraydaki ‘iç oÄŸlanları’ uygulamasının çekirdeÄŸini bunlar oluÅŸturmuÅŸtur.
Vlad TepeÅŸ Drakula’nun 1442-1448 arasında rehin tutulduÄŸu II. Murad’ın Edirne’deki sarayında yaÅŸadığı tecavüzlerden dolayı böyle acımasız biri olduÄŸuna dair kaynaklar vardır. Drakula ile birlikte rehin olan kardeÅŸi Radu ise Ä°stanbul’da 1462'ye kadar kendi isteÄŸiyle kalmıştır.

YAZIN AVRETLERE, KIÅžIN OÄžLANLARA

II. Murad, kendisinin emri üzerine Mercimek Ahmed’in Farsça’dan çevirdiÄŸi, 11. Yüzyılda yaÅŸamış Kuhistan Sultanı Kabus'un oÄŸluna nasihat kitabı Kâbusname’deki ÅŸu satırları okuduÄŸunda ÅŸaşırmış mıydı acaba:
"... ve yaz olunca avretlere meylet ve kışın oğlanlara, ta ki bedenen sağlam olasın. Zira ki oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir yere gelirse teni azıtır ve avret teni soğuktur, kışın iki soğuk bir yere gelse teni kurutur vesselam."

DELÄ° BÄ°RADER ve KÄ°TABI

‘Osmanlı sultanlarının kahkahalarla okuduÄŸu kitap’ olarak ünlenen Kitab-ı Dâfi‘ü 'l-gumûm ve Râfi‘ü 'l-humûm’un (kısaca ‘Gamları Def Eden Kitap’) ilk bölümü nikâhın meziyetlerine ve seviÅŸmenin faydalarına; ikinci bölüm ‘kulampara’ (aktif eÅŸcinsel) kardeÅŸlerin ve zampara biraderlerin arasında geçen tartışmalara; üçüncü bölüm servi boylu yalın yüzlü ve lale yanaklı oÄŸlanlarla sohbetin zevklerine; dördüncü bölüm gümüş tenli kadınlar ve yasemin göğüslü kızlarla oynaÅŸmanın hazlarına; beÅŸinci bölüm, rüyalarda yaÅŸanan bazı hallere ve hayvanlarla iliÅŸkilere; altıncı bölümde pasif eÅŸcinsellerin (oÄŸlanların) ve ne idüğü belirsizlerin iÄŸrenç durumlarına; yedinci bölümde gidilerin (pezevenk ?) ve boynuzluların hikâyelerine dairdi.
Kitabın yazarı ise Gazali mahlasıyla yazan, ası adı Mehmet olan, ama Deli Birader lakabıyla tanınan bir medreseliydi.
Deli Birader, 1466’da Bursa'da doÄŸmuÅŸ, medrese eÄŸitimini tamamladıktan sonra devrin önemli din bilginlerinden olan Muhyiddin-i Acemi'den ders almış, Bursa'da Bayezid PaÅŸa Medresesi’nde müderrislik yaparken Manisa Sancağı’nda bulunan Åžehzade Korkut’un (II. Bayezid'in oÄŸlu idi) edebiyat çevresine girmiÅŸti.
Bu kitabı Piyale AÄŸa adlı birinin isteÄŸi üzerine yazan ancak Åžehzade Korkut’un eseri beÄŸenmemesi üzerine gözden düştüğü ileri sürülen Deli Birader, 1512’de Korkut'un tahtı ele geçiren kardeÅŸi (Yavuz) Sultan Selim tarafından öldürmesinden sonra, Bursa yakınlarındaki Geyiklibaba Türbesi'nde ÅŸeyhlik etmiÅŸ, ardından Sivrihisar, AkÅŸehir ve Amasya’da medrese hocalığı yapmıştı.
Derken Ä°stanbul'a gelip BeÅŸiktaÅŸ'ta bir hamam açmış ama hamamda delikanlılarla yaptığı alemler Ä°stanbul halkının diline düşünce, çareyi uzaklara kaçmakta bulmuÅŸtu. Sığındığı yer ne ilginçtir ki Mekke idi. Deli Birader hayatını 1535’te burada kaybetmiÅŸ ve bir din adamı olduÄŸu için cenaze namazı Kabe’de kılınmış ve Kabe yakınlarına defnedilmiÅŸti.

SUHTE AYAKLANMALARI

O dönemde Osmanlı’da din adamı olmak üzere medreselerde okuyan ergenlik çağındaki öğrencilere ‘suhte’ (softa) deniliyordu.
Medrese eÄŸitimini baÅŸarıyla tamamlayanlar devlette kadılık, naiplik, müderrislik, imamlık gibi görevlere atanıyorlardı. Medreselerde öğrenciler yatılı okuyorlar, imarethane denilen öğrenci yurtlarındaki 3-5 kiÅŸilik hücrelerde yaşıyorlardı. Bu öğrencilerin, ara sıra çıktıkları ÅŸehrin sokak ya da çarşı ve pazarları da onların gençlik ihtiyaçlarına kesinlikle kapalı bulunuyordu. Gizli çalışan, yakalandıkça da ÅŸuraya buraya sürülen fahiÅŸeleri bulmak çok zor bir iÅŸti. Medrese öğrencilerinin, genç çocuklar ile düşüp kalkmaları, toplum ahlâkını kemiren bir alışkanlık hâlinde sürüp gidiyordu. Yalnız bunlar deÄŸil, ‘serlevend’ dediÄŸimiz, köyden kente gelmiÅŸ, iÅŸsiz güçsüz dolaÅŸan ve ‘bekâr odalarında’ her türlü ahlâksızlığı yapmaktan çekinmeyen ergen kitleler de bu doÄŸa dışı cinsel sapıklıkları huy edinmiÅŸlerdi.
Kadın-erkek ilişkilerini son derece kısıtlayan, hatta fahişeliğe bile göz yummayıp bu gibi kadınları oradan oraya süren o dönemin yobazlığının, asayişçilerin cerime (para cezası) çıkarabilmek için, bir erkekle bir kadını konuşurken de olsa yakalayabilme gayretlerinin, suhte ve serlevendlerin bu söylediğimiz doğaya aykırı alışkanlıklarını bütün bütün kamçılamakta olduğu bir gerçektir.
Hatta birer meyhane gibi kullanılan bozahanelerin iÅŸleticileri, bu gibi yerlere doluÅŸan ergen müşterileri için ‘taze oÄŸlanlar’ bulundurmakta ve yasakları da hiçe saymaktaydılar.
Suhtelerin sadece cinsel sorunları yoktu. Mezun olduktan sonra iÅŸ bulamamak gibi baÅŸka bir sorunları daha vardı. Ä°kisi birleÅŸince ortaya gerçekten vahim bir tablo çıkmıştı. Öyle ki önce ümitsiz ve öfkeli suhteler 100-150’ÅŸer kiÅŸilik bölükler halinde çevre yerleÅŸimlerdeki halkı rahatsız etmeye, cer, kurban, nezir adı altında haraç toplamaya baÅŸladılar. Sonra iÅŸi eÅŸkiyalığa vurdular. Anadolu’da Tarsus’tan baÅŸlayarak, Toroslar’ı takiben, Sivas’tan ve Erzincan’dan Giresun’un doÄŸusuna çekilen bir hattın batısında kalan bölgelerde yoÄŸun suhte ayaklanmaları görüldü.
Suhteler Selanik, Ãœsküp, Gümülcine gibi Balkan ÅŸehirlerine kadar uzanan geniÅŸ bir coÄŸrafyada önce zenginlerin evlerini, sonra sıradan insanların evlerini bastılar, yakışıklı çocuklarını (bunlara ‘yüzü tüysüz oÄŸlan’ anlamına ‘sâderû’ diyorlardı) kaçırdılar. Kaçırma olayına ‘oÄŸlan çekme’ deniyordu. Bazı yerlerde hocaları da öğrencilere yardım ediyordu. Baskınlardan paylarını alan devlet görevlileri vardı.
Olaylar Kanuni döneminin (1520-1566) son yıllarında tırmanışa geçen suhte ayaklanmaları onun oÄŸlu II. Selim döneminde (1566-1574) zirveye çıktı. Etrafı yaÄŸmalayan suhteler, güvenlik güçleri takip edince daÄŸlara kaçıp, saklanıyor, bahar geldiÄŸinde tekrar ÅŸehir ve kasabaları yaÄŸmalıyorlardı. Suhte ayaklanmalarını bastırmak için ‘il eri’ denilen özel kuvvetler kuruldu. Ancak suhteler bunlara, hatta zaman zaman Yeniçeri ocaklarına bile baskınlar düzenlediler. Suhte sorunu ancak yüzyılın sonlarında hafifledi ancak yerini iÅŸsiz askerlerin de katılmasıyla birlikte 1610’a kadar sürecek olan Celali Ä°syanları aldı.

TÃœYSÃœZ OÄžLANLAR KILAVUZU

II. Selim, III. Murad ve III. Mehmed dönemlerinin tarihçisi, divan katibi, valisi Gelibolulu Mustafa Ali (ö. 1600), Divân’ında ÅŸunları yazar:
"Zenne rağbet eder mi âkil olan
Tab-ı Ali civâne maildir.”
(Aklı başında olan kadına eğilim gösterir mi? Ali'nin yaradılışında delikanlıya yöneliş vardır.)
Dönemin erkek eÅŸcinselliÄŸe bakışını en çarpıcı biçimde özetleyen eserlerden biri olan Mevâidün Nefais fi Kavaidil-Mecalis’i (Görgü ve Toplum Kuralları Ãœzerinde Ziyafet Sofraları) kaleme alınmıştı. Bu kitapta erkek eÅŸcinselliÄŸi toplumun bir gerçeÄŸi olarak bir yandan kabulleniliyor ve konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler verilirken, bir yandan da kötüleniyordu.
Gelibolulu Mustafa Ali, Mevâid'in çeşitli bölümlerinde Osmanlı eyaletlerinde yaşayan çeşitli ırk ve etnik kökenden toplumların delikanlıları hakkında kısa kısa bilgiler veriyordu.
ÖrneÄŸin “Tüysüzler soyundan namert lokması olanların çoÄŸu Arabistan piçleri ve Anadolu Türklerinin veled -i zinalarıdır, onların sürdüğü güzellik ve cazibe süresini hiçbir diyarın tüysüzleri sürmez,” diyordu.
ÖrneÄŸin “Edirne, Bursa ve Ä°stanbul'un ince bellileri her yönden kusursuzlukta ve güzellikte onlardan ileridir.” diyordu.
ÖrneÄŸin “Kürt tüysüzleri, anadan doÄŸma evbaÅŸ olanların tecrübesine göre saÄŸlıklı, yumuÅŸak ve uysal ve her ne teklif olunsa dinleyip yapmaları çok olur. Hele bellerinden aÅŸağısını kına ile boyatır, dizlerine ininceye kadar boyanarak kendilerini süslerler,” diyordu.
“Uzun boylu, salınarak yürüyenleri kullanmak isteyenler Rumeli köçeklerinden ÅŸaÅŸmasınlar. Kul cinsinin de Yusuf çehreli Çerkeslerinden ve Hırvat asıllıların nefesleri mis kokanlarından sakın usanıp bezmesinler,” diyordu.
“Ama Gürcü, Rus ve Görel cinsi, öteki esnafın gübresi gibidir. Onlara bakarak Macar soyundan olanlar, baÅŸka tayfaların tabiata uygun ve makbul olanlarıdır. Gel gelelim, çoÄŸu efendisine, hıyanet eder; düşüp kalkmalarından, davranışlarından her kiÅŸi onların çirkin yönlerini görür,” diyordu.
“Åžaşılacak olan budur ki Mısır evbaÅŸları HabeÅŸlilere düşkündür. Araya soÄŸukluk girer, her biri insanın samurudur, derler. Aslında yatak hizmetinde usta olurlarmış, yani esbap buhurlamayı, yatak ve yastık döşemeyi candan isterlermiÅŸ. ErkeÄŸinde, diÅŸisinde adamlık belli imiÅŸ: her ne semte görülürse uysal ve güzel davranarak yumuÅŸaklık göstermeleri kolaymış,” diyordu...

EMÄ°RGAN ADI NERDEN GELÄ°YOR?

Bundan çeyrek asır sonra, IV. Murad (1623-1640) Ä°ran Seferi sırasında Revan kalesini kendisine savaÅŸsız teslim eden kale kumandanı EmirgûneoÄŸlu Tahmasp Kulu Han adlı bir eÅŸcinseli Ä°stanbul’a getirecek, adını Yusuf yapıp musahipliÄŸine atayacaktı.
PadiÅŸahın Yusuf PaÅŸa’ya verdiÄŸi hediyelerden biri bugün Emirgân dediÄŸimiz semtteki ‘Feridun Bahçesi’ idi. Dimitri Kantemir ve Eremya Çelebi’ye bakılırsa, padiÅŸah bu bahçedeki konakta, Musa Çelebi ve Silahtar Mustafa PaÅŸa gibi dönemin ünlü eÅŸcinselleri ile sabaha kadar oturak alemleri düzenlerdi. Bir yandan da, halkın ahlak bekçiliÄŸini yapardı.
Öyle ki IV. Murad devrinde, bazı kaynaklara göre 14 bin, bazılarına göre 20 bin kiÅŸi kahvehanelere gittiÄŸi, tütün, afyon veya içki içtiÄŸi gerekçesiyle katledilmiÅŸti. Ãœstelik bu katliam iÅŸinde padiÅŸah da bizzat yer almıştı…
Halbuki dönemin açık sözlü yazarı Evliya Çelebi’den öğrendiÄŸimize göre o tarihlerde eÅŸcinsel meslek erbablarına ‘hizan-ı dilberan’ (düşkün ahlaksız gençler) denirdi.
Bunlar ‘defter-i hîzan’a kaydedilerek devlet tarafından vergilendirilirdi. Çelebi’ye göre “Hîzân-ı Dilberân esnafı nefer (kiÅŸi) 500, bunlar bir alay yersiz, yurtsuz, düşkün, ahlâksız, yüzsüzlerdir ki kendi kadir ve kıymetlerini bilmeyip Babulluk’ta, Kalatyonoz’da, Finde’de, Kumkapı’da, San Pavla’da, Meydancık’ta, Kiliseardı’nda, Tatavla’da ve çeÅŸit çeÅŸit içki içilen yerlerde sürü sürü gezip boÄŸazı tokluÄŸuna avlanırken subaşı tuzağına düşüp sonunda defterli olur” idi.
Çelebi’ye bakılırsa yine o tarihlerde “Deyyuslar esnafı” 212 kiÅŸi, “Ahmak pezevenkler esnafı” 300 kiÅŸi idi. Bu kiÅŸiler diÄŸer meslek erbabıyla birlikte, padiÅŸahı Ä°ran Seferi’ne uÄŸurlayan esnaf alayına katılmışlardı.

GENÇ OSMAN'IN BAŞINA GELENLER

Evliya Çelebi’nin konumuzla ilgili bir baÅŸka ifÅŸaatı da, I. Ahmet’in talihsiz oÄŸlu Genç Osman’ın kendisini tahttan indiren saray askerleri tarafından öldürülmeden (1622) önce ırzına geçildiÄŸiydi. Ancak Seyahatname’nin bu sayfaları, 1896 yılında orijinal yazmayı ilk kez yayımlayan kurulun içindeki Necib Asım Bey tarafından yırtılarak imha edildiÄŸi için bunu yakın tarihe kadar duymamıştık. Asım Bey bu eylemini ÅŸu tanıdık sözlerle gerekçelendirmiÅŸti: “Tarihimiz için bu sayfa kara bir lekedir. Bunu gelecek kuÅŸaklara göstermek doÄŸru olmadığı için yırttım!"
Biz de bu ‘kara’ sayfayı kapatalım ve resmi tarihçilerin ‘Lale Devri’ adını taktığı III. Ahmed döneminin (1718-1730) ünlü ÅŸairi Nedim’in lise kitaplarında kesinlikle rastlayamayacağınız ÅŸu beyitle neÅŸelenelim:
"İzn alub cum'a nemâzına deyû maderden
Bir gün uğrılayalım çerh-i sitem-perverden
Dolaşub iskeleye doğrı nihân yollardan
Gidelim serv-i revânım yürü Sad'âbâde."
Günümüz Türkçesiyle şair şöyle diyor:
"Annenden cuma namazına gideceÄŸiz diye izin alıp sitemlik felekten bir gün çalalım. Gizli yollardan iskeleye doÄŸru dolaşıp yürü selvi boylu sevgilim Sadabad'e gidelim." Nedim’i (ve benzer temaları iÅŸleyen, Kanuni dönemi ÅŸairleri Baki’yi ve Fuzuli’yi) savunmak için ‘Divan ÅŸiiri sembolizminden’ dem vuracaklara: “Kadınlar cuma namazına gitmediklerine göre, Nedim'in ayartmaya çalıştığı servi boylu, erkek cinsinden biri olmalı” deyip yolumuza devam edelim.

ENDERUNLU FAZIL'IN OÄžLANLARI

Neyse ki, 18/19. yüzyıl divan şairlerinden Enderunlu Fazıl Bey (ö.1810) oğlan sevgililerinden övgüyle bahseden açık sözlü biriydi.
“Åžairiz, ÅŸeyn verir ÅŸanımıza
Giremez fahiÅŸe divanımıza'”
"FahiÅŸeler kitabımıza giremez, ÅŸairiz, bu ÅŸanımıza leke sürer." ÅŸeklindeki ünlü beytin de yazarı olan ÅŸairimiz, Defter-i AÅŸk adlı eserinde dört erkek sevgilisini (ilki adını vermediÄŸi bir delikanlı, ikincisi Süleyman Bey, üçüncüsü hanende Åžehlevendim Abdullah AÄŸa, dördüncüsü Ä°smail adlı bir köçek); bir sevgilisinin merakını gidermek için yazdığı Hubanname adlı eserinde çeÅŸitli memleketlerin erkeklerini; sevgilisinin “kadınlarla birlikte olurum” tehdidi üzerine yazdığı Zenanname adlı eserinde o memleketlerin kadınlarını; Çenginame adlı eserinde döneminin erkek raksçılarını (köçekleri) anlatmıştı. Divan adlı eserinde ise devrin büyüklerine düzdüğü övgüler ve oÄŸlanlar için yazılmış gazeller yer alıyordu.
Daha hamamların eÅŸcinsel kültürdeki yerine, köçeklik geleneÄŸine, Kalenderilik ve BektaÅŸilikteki ‘mücerretlik’ kültürüne, Yeniçeri Ocağı’ndaki ‘civelek’ taburlarına, musikideki eÅŸcinsel göndermelere ve elbette kadın eÅŸcinselliÄŸine deÄŸinmedik. Bu kavramları da duymuÅŸ olun.

AHMET CEVDET PAÅžA'NIN SAPTAMASI

Özetin özeti, eÅŸcinselliÄŸin ayıp sayılması, kadın-erkek iliÅŸkilerinin normalleÅŸmeye baÅŸladığı Tanzimat Dönemi’nden (1839’dan) itibaren oldu. Dönemin alimi ve resmi tarihçisi Ahmet Cevdet PaÅŸa, Maruzat adlı eserinde son durumu şöyle özetlemiÅŸti:
"...Kadın düşkünleri çoÄŸaldı, delikanlı meraklıları azaldı. OÄŸlancılık sanki yere battı. Ä°stanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aÅŸk ve ilgi kızlara yöneldi. Sultan Üçüncü Ahmed zamanından beri devam eden Kâğıthane seyri daha fazla raÄŸbet buldu. Gerek orada, gerek Bayezid Meydanı’nda arabalara iÅŸaret verme usulü baÅŸladı. Devletin önde gelenleri arasında kulamparalığıyla meÅŸhur Kâmil ve Âli PaÅŸalar ile onlara mensup olanlar kalmadı..."

OSMANLICA ÖĞRENİP BUNLARI OKUDUK. OSMANLI'DA ANLATILACAK ÇOK GERÇEK VAR.
DAHA DEVAM EDELİM Mİ O. ÇOCUKLARI?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder