27 Aralık 2011

Maymun Tuzağı...



Amerika'nın son alışveriş trendi: Alışveriş yapmamak!

Hatta eldeki mallardan da  kurtulup, hayatı sadeleştirmek!               


Kriz sonrası, çalışanlar, gelirlerinin daha büyük bir bölümünü harcamayıp biriktirmeye başlayınca, ABD'li üreticilerin etekleri tutuşmuş!
Şu  ara yapılan çoğu tüketici araştırmaları  "Bu adamlar ne satın alırlarsa mutlu olurlar?" la ilgili.

Ortaya çıkmış ki bir servis almak, mal almaktan daha faydalı insan doğasına.

Yani bir ayakkabı yerine kutu oyunu, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği, araba yerine seyahat, ruj yerine sinema bileti, insanları daha mutlu ediyor!

Bir tecrübe satın almak, kişiye daha yoğun ve uzun süreli bir tatmin sağlıyor.
Üstelik 'Mal edinmenin mutluluk getirmediğini öğrenen 'dünyanın en çok satın alan halk'ı, kocaman otomobillerini, dört oda bir salon evlerini, 48 parçalık yemek takımlarını, doğrayan parçalayan karıştıran onlarca mutfak aletlerini satıp, ayrı bir oda haline gelmiş gardıroplar dolusu giysilerini fakirlere bağışlayıp hayatlarını sadeleştiriyor.

Bazı aileler 40 metrekare bir evde, dört tabak, dört bardakla ve işe bisikletle gidip gelerek yaşamanın onları hiç olmadıkları kadar mesut ettiğini iddia ediyor.
Bu esnada biriktirdikleri parayı yoga derslerine ve tatillere harcıyorlar.


YÜZ EŞYAYLA YAŞAMAYA  DAVET!

Bir internet sitesi, tüketicileri sadece ve sadece 100 adet kişisel eşyayla yaşamaya davet ediyor! Yani kıyafet, kozmetik, ayakkabı, kitap, kalem, her şey toplam 100 parça edecek.               

Sitenin çağrısı büyük ilgi görüyor ve internet kullanıcılarından hatırı sayılır sayıda bir grup, kişisel eşyalarını hayır derneklerine bağışlayıp hayatlarındaki kalabalıktan kurtuluyor.
Hikâye, psikologlara göre şu: İnsanlar, iyi ya da berbat, yaşamlarındaki tüm değişikliklere çabucak alışıyor ve doğalarında var olan sabit mutluluk seviyesine bir an önce ulaşmaya çalışıyorlar.               

Ebeveynlerinden birini kaybeden bir insanın bir süre sonra eski mutluluk ve neşesine kavuşması da bu yüzden, yalı alanın birkaç yıl sonra yalıda oturmayı kanıksayıp eskisi kadar 'mutsuz' olması da! Yani para mutluluk getirmiyor denemez ama parayla satın alınan mallar mutluluk getirmiyor! Şan dersleri, seyahatler, piknikler, tiyatro oyunları filansa başka!               

Farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltiyor! Los Angeles lı filmci Roko Belic dünyayı dolaşıp *Happy *(*Mutlu*)  isimli bir belgesel üzerinde çalışıyor.

New York Times gazetesinin haberine göre San Fransisco'nun kalburüstü semtlerinden birindeki evini bırakıp, hayatını tamamen değiştirip, Malibu plajında bir karavana taşınmış!

Haftada üç dört gün sörf yapabildiği için şu anda ufacık karavanda çok daha mutlu bir hayat yaşadığını anlatmış.




AVUCUNUZU AÇMAYI DENEDİNİZ Mİ?

Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır:
Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz.

Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir.
Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.

Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır! Bu örnekle benzeştirirsek; ben, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmediğimizi düşünüyorum:

Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak,

Ortalama 15 m2´sini  kullandığımız ama kullandığımız alandan 10–20 kat büyük evlere sahip olmak,
Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak, Okumadığımız kitaplara sahip olmak.

Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip olmak.
Bize günde 3–5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak,
Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık, bir dinlence evine sahip olmak.

Vaktimize, nakdimize, aklımıza, çenemize zarar verse bile bir futbol takımı taraftarlığına sahip olmak,
Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran televizyonlar; kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha nelere sahip olmak. Ya da sahip olduğumuzu sanmak. Sadece çevre olsun diye bulunduğumuz ortamlar ve arkadaşlıklar.
O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz?
Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?

Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz. Ah bunu bir anlayabilsek. ..


Doç .Dr. Erol  ERÇAĞ

22 Aralık 2011

Pearl Harbour dan Ankara gemisine..




Pearl Harbour'u bilirsiniz herhalde.
Bilmeyenlere de geçen yıllarda filmi öğretti.
Japon uçakları Amerikan donanmasını bir sabah ansızın bastılar ve tam 96 zırhlıyı batırdılar.
Oysa Hawaii'deki bu limanda, 97 donanma gemisi vardı.
Birine dokunmadılar.
Niye?.
Çünkü o geminin tepeden bakılınca bembeyaz görünen güvertesinde bir kızıl haç vardı.
O hastane gemisi idi.
Bombalar ve kamikazelerle dalan Japon uçakları hastane gemisine dokunmadılar.
Çünkü o gemi orada, öldürmek değil, yaşatmak için demirliydi.
Adı  Solace…
Türkçesi Teselli... Üzüntü azaltan…
Solace savaş boyu Amerikalı annelerin üzüntüsünü azalttı.
Tam 25 bin genci ölümden kurtardı, Amerika'ya taşıdı.
Ülke limanlarına her gelişinde, umutla umutsuzluk karmaşasındaki kafaları ile anneler iskeleye koştular.
"Benim oğlum da geldi mi?.."
Savaş sonrası hayatlarını Solace sayesinde kurtaran gençler bir dernek kurar ve bir madalya yaparlar.
Üzerinde Solace'nin kabartması olan bir madalya. Ve bunu gururla takarlar. Devlet rahatsız olur.
İkinci Dünya Savaşı'ndan böyle savaş karşıtı bir sonuç çıkar mı?..
Solace gemisini yok etmeye karar verirler…
Gemi  sapasağlam.
Pırıl pırıl. Jilet olur mu?..
Savaş sonrası yere serilmiş ekonomi her dolara muhtaç. Uzak bir ülkeye satarlar. Makyajını değiştirip bambaşka bir amaçla kullanması için.
O uzak ülke Türkiye.
Yok yahu!..
O gemi, ünlü "Ankara"!..
Hastane gemisinden transfer gezi gemisi Ankara.
Vay canına!..
Türkiye, bugün Amerikalılar için belki de hac yeri olacak, Gelibolu'nun  Anzaklar'ı çektiği gibi bir turizm anıtına dönüşecek Solace'nin kıymetini bilmez.
Şefik Kaptan'la yaptığı Avrupa seferleri dillere destan olan Ankara sonunda ihtiyarlar ve jilet yapılmak  üzere hurdacılara teslim edilir.
1980'li yılların başında Ankara, İzmir'de sökülürken, yılların söktüğü bir eski anıt da İstanbul'da dikilmektedir.
Haliç Tersanesi'ndeki Çorlulu Ali Paşa Camisi'nin şadırvanı.
Restorasyon gelir çatıda takılır.
Çatı kurşun.
Kıtlık yılları.
Kurşun yok.
Etibank dahi geri çevirir.
"Kurşun yok…"
Şadırvan çatısız kalacak.
Dört bir yana duyururlar.
"Kimde kurşun varsa..."
Aliağa'da Ankara'yı söken hurdacılardan haber gelir.
"Gelin bizde var, alın..."
Bre aman.
Gemide kurşun olmaz.  Ankara'da niye olsun.
Çaresizler ya. Gider bakarlar.
Gerçekten Ankara'nın sayısız kamaralarından biri, tamamen kurşunla kaplı.
Niye?.
Çünkü burası Solace'nin röntgen odası. Radyasyonun dışarı sızmaması lazım.
Şimdi yolunuz Haliç'e düşerse, Çorlulu Ali Pasa şadırvanından bir tas su içerseniz, ya da yüzünüze iki avuç su atarsanız serinlemek için, unutmayın.
Çatısına da bakın.  
Orada, ikinci Dünya Harbi'nde, Pearl Harbour'da Japonlar'ın batırmadığı tek gemiden bugüne kalan son izleri göreceksiniz...


Sunay AKIN


Böyle anlatmış üstat Sunay Akın, şayet Çorlulu Ali Paşa Şadırvanı'nı ziyaret etmeyi düşünüyorsanız Pearl Harbour hakkında ki şu detayları da aklınızda bulundurun, 7 aralık 1941 de Japonlar Pearl Harbour'daki amerikan üssüne saldırdılar ve 2400 amerikalı öldü, evet bu doğru, ama bu saldırıdan Amerika'nın haberi vardı, hemde bir hafta öncesinden.

Eski savunma sekreteri Robert Mc Namara ve bazı subaylar, yıllar sonra bu gerçeği açıkladılar tıpkı Rockefeller ve Rothschild ların Murdoch ile yaptıkları gizli toplantıda bu gerçeği açıkladıkları gibi.

Şimdi o Şadırvanı seyrederken, Pearl Harbour da savaş Baronları tarafından bilerek ölüme terk edilen 2400 insanı düşünün, kendi Devleti tarafından pusuya düşürülen bu insanların haykırışları, belki de Şadırvanın kurşun çatısının bir kıvrımından size sesleniyor olabilir, içtiğiniz bir tas su için şükrederken, insanlık düşmanı savaş baronları içinde lanet okumayı sakın unutmayın...

Çorlulu Ali paşa camisi

Şadırvanın bir görüntüsü

16 Aralık 2011

Böyle başa, böyle ayak...




Kimdir bu Kemal Öztürk bir bakalım.


Bir adam düşünün, ahlaksız, medeniyetten uzak, yalaka, yılışık ve aynı zamanda utanmazın önde gideni, küfür etmekten başka bir meziyeti olmayan tarikat artığı bir dangalak. Böylesi cevherlere sahip olan bir adamı kim kendine yakın hisseder? tabi ki aynı vasıfları haiz olanlar..

Göreve başladığı günden bu yana başında olduğu kurumda terör estiren bu adam, çalışanlar üzerinde tehdit, taciz, baskı ve alaycı tutumu ile kendini atayanları hiç utandırmadı.
 
Anadolu ajansının yeni genel müdürü, nasıl bir mayadan türemiş bakalım.

Yazdığı kitapta aynen şöyle söylüyordu; “Devlet kimdir? Helvadan yapılmış bir puttur. En sonunda beni bir numaralı terörist yapacak bu pez…nkler, bütün laikleri bir şiş’e geçireceğim, ondan sonra anlayacaklar laikliğin faziletlerini. Elin o…pusu bile kalkıp ‘Ben laikim, namusumla çalışıyorum, kimse karışamaz’ demeye başladı. Ula ben böyle laikliğin.. Bak bizim sahte müslümanlar nasıl bölücülük yapıyorlar, ben bu yüzden bu adamları sallandıralım diyorum, ayrıcalık yapanın dinde de katli vaciptir çünkü. ama dinleyen yok!”

Hükümeti adına Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Cumhuriyetimizin güzide bir kurumuna layık gördüğü Genel Müdür bu işte.

Eşi bulunmaz, eşini bulsak “çifte koşacağımız” cinsten biri diyeceğim ama öküze haksızlık etmiş olurum, bu tiplerin geçmişini incelediğinizde ve kimlerle yol arkadaşlığı ettiğini görünce eminim sizlerde şaşırmayacaksınız.

‎1969 yılında Ağrı’da doğdu, ( Anası,babası hakkında bir bilgi bulamadım)  1990 yılında Humeyni yanlısı “Girişim” ve “Selam”  dergilerinde yazmaya başladı.  Daha sonra   “Meydan”,  “İmza” ,  “Nehir”,  “Yeni Zemin”,  “Sözleşme”  gibi dergilerde, “Mir Mahmut Rıza”  takma ismi ile yazılar yazdı. 1994 yılında “Nükte” Yayınlarından çıkan, “Bir Garip Oğlanın Hikayesi” adlı bir kitap çıkardı. Bu kitap mahkeme kararıyla toplatıldı ve Kemal Öztürk,  bir yıl hapse mahkum oldu. 1995 yılında Yeni Şafak Gazetesinde muhabirliğe başladı. Buradan Kanal 7 ye transfer oldu. Burada yayınlanan “İlk Meclis” adlı belgeseli, RTÜK tarafından “Lâiklik Karşıtı” olduğu gerekçesiyle yasaklandı.
Öztürk, 9. Cumhurbaşkanı Demirel’e hakaretten de bir Yıl hapse mahkum oldu. 2003 yılında zamanın TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın “İletişim Danışmanı” oldu. 2005 yılında Başdanışman oldu. 2011 yılı Şubat ayına kadar Başbakan Erdoğan’ın Basın Danışmanlığı yaptı.


Yeni Zemin Dergisi’nin Türk siyasetine kazandırdığı tek yetenek Kemal Öztürk değildi. Bugün AKP Adıyaman Milletvekili olan Mehmet Metiner, yine bugün AKP Ankara Milletvekili olan ve Cumhuriyet için “zorba” nitelemesi yapan Yalçın Akdoğan da buradan yetişip Başbakan  Tayyip  Erdoğan,a   “danışmanlık”  yapmış isimler oldu.

Öztürk’ün birlikte görev yaptığı Yeni Zemin kökenli diğer tanınmış isimlerden birkaçı şöyle:
“Kürt Açılımı”nın daha “açılamadığı” günlerde yaptığı “Öcalan kullanılmalı” çıkışıyla dikkat çeken ve “ulus devlet yerine çok uluslu yapı”yı savunan AKP eski Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan, BDP’li Altan Tan, Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, Zaman yazarı Ali Bulaç, Kürt-İslam sentezcisi Zehra Vakfı’nın yöneticilerinden Osman Tunç…

Başbakan böyle bir adamı  kendisine Basın Müşaviri yaparsa, yardımcısı olan Derviş Mehmet'in torunu Arınç'ta alır onu Anadolu ajansının başına oturtur, iki kere hapse mahkum olmuş, Devlete  küfür etmiş kimin umrun da, bu Hükümet değil mi kendisine has...tirin diyen Diyarbakır belediye başkanına eyvallah diyen, deveye diken misali bazıları böyle seviyor demek ki.

Şimdi düşünün bakalım böyle bir adamın başında bulunduğu Anadolu Ajansı'nın bu Millete sunduğu haberleri, sizce Türkiye bu derin uykudan uyanır mı dersiniz?..

Tufan Genç