Özgürlük, aşk, cesaret, heyecan, isyan, bilim, akılcılık, kabullenmemek, coşku, kuşku, sorgulamak, boyun eğmemek, mutluluk, enerji, başına buyrukluk, hesap vermemek, hesap sormak, umut, arzu, düşünmek, düşünmemek, sevişmek, yaratmak, yıkmak, yapmak, bozmak, koşmak, yarışmak, paylaşmak, ayrışmak, kavga, barış, romantizm, hümanizm…
Gençlik her şeydir.
En gamsız avareliklerden en diri uyanışlara yelpazelenen bir titreşimdir.
Yalnızlıklarda ve kalabalıklarda sürekli bir devinimin devrimcisidir genç.
En kötü koşullarda ve haksızlıklar hangi boyutlarda olursa olsun asla pes etmemek…
Geleceksizlik kaygısını ışıltılı gelecek gemileriyle yarıp yarınlara açılmaktır.
Ruhu kararmışların içini röntgen filmi gibi görmektir gençlik.
Dogmaya, diktaya, faşizme, körü körüne inanmaya, itaat etmeye başkaldırmaktır.
Bütün bu nitelikleri bünyesinde barındıran başka güzellikler de var; “Bilim”, “Sanat” ve “çağdaş kadın.”
İnsanları korkutabilir…
Mazlumları tutsak eder…
Orduları sindirebilirsiniz…
Ama hala sesinizin yankılanmayacağı alanlar var.
Gerçek yurtseverleri, gençliği , aydınlığın kadınlarını, bilim insanlarını asla eğip bükemezsiniz.
Sanata, sanat eserine sözünüz geçmez.
Çağdaş bilim ve sanatla aydınlanmış… Evrensel sınırsızlıklarının ayırdına varmış insanlar koyun muamelesi görmeyi kabul etmezler. Asabi çobanlar gibi, o insanları azarlayamazsınız. Hiç kimseyi azarlayamazsınız! İnsanların yaşam alanlarının daraltılmak istenmesi, ruhunu tümden teslim etmemiş toplumlarda bir kimyasal reaksiyon başlatır.
Sindirmeye yönelik taktikler rüzgarda açılmış şemsiye gibi ters dönüverir.
Sizin için şaşkınlık verici olsa da, bazı insanları rüşvetle satın alamazsınız. Yollarına trilyonlar dökseniz, yine de susmazlar, zorbaya boyun eğmezler.
Tarih boyunca, genç özgürlüklerin soluk aldığı platformlar, bilim ve sanat mabetleri düzen tilkilerinin kabusu olmuştur. Göstermelik seremoniler dışında, operada, balede, tiyatroda, izlerini pek bulamazsınız.
Gençlik… Ruhtaki gençlik ve sanat, dün, bugün ve yarındır.
Tüketilen senelerden çok, üretilen yılların zamansızlığında “daima”dır.
Sonsuza kadar genç kalacak olan yüce kurtarıcı bunu biliyordu.
Ülkenin üzerine çökecek karanlığı bir asır önceden gördü de, yedi düvelden ve yobaz takımının kucağından kurtarıp aldığı genç Türkiye Cumhuriyetini gençlere emanet etti.
Atatürk’ün gençliği, köle olmayı reddeden kadınlar, sanat ve bilim… Hepsi de aykırıdır, muhaliftir.
Sanatsız, resimsiz, heykelsiz, bilimsiz… Yaşamadan yaşlanmışların tek tip dünyasına korkusuzca başkaldıran bu kare as ülkeyi aydınlığa uçuracak son umudun kanatlarıdır.
Gençliklerini, hurafelere, diz çökmeye, boyun eğmeye, korkulara kurban etmiş olanlar bu güzelliklerin nasıl bir kainat olduğunu anlayamaz, derinliklerini tahayyül bile edemezler.
Asla kendilerine benzetemeyecekleri, vesayet altına alamayacakları aydınlıktan korkarlar.
“Anlamak” onlar için, gittikleri yöne ters istikamette uzak bir ülkedir…
Sanat eserlerine, genç yüreklere ulaşmak, genç beyinleri dinlemek yerine, suçlarlar, kulp takarlar, yaftalarlar.
Özünde, ihtiyar geçen gençliklerinin hıncı ve bu hiç bilmedikleri ışıltıdan duydukları rahatsızlık vardır.
İnceliklerden kalınlıklara doğru bir seyahat yaşanıyor.
Çağın özeti budur.
Birileri, karşılarına çıkanları karalayarak, kara deliklerini ülkenin içinden geçip cüceye döneceği ebatlarda büyüttüler…
Bütün değerlerin ve kavramların içini boşaltarak geleceği karanlığa boyayanlar, belki de dünyanın en büyük ironisi olarak; Hak, hukuk, çok renklilik, çok seslilik, özgürlük ve demokrasi türküleriyle çağdan geriye doğru uzaklaşıyorlar.
Trajikomik olan ise, evrensel değerlere sahip beyinlerin sanal hürriyet ve eşitlik masallarıyla, cahil halkla birlikte uyutulabilmesidir.
İnsanların ve devletlerin defolu ruh hali sağlığa kavuşup gerçek anlamda evrensel insan doğmadıkça, özgürlük, barış, demokrasi, eşitlik gibi kavramlar hayal alemlerinin safiyane ütopyası olarak kalacaktır.
İnsanı ve insan sevgisini merkeze alınca, dünyanın bütün kötü niyetlerden, arınıvereceğini, “Imagine” şarkısı eşliğinde, sınırların, bayrakların kalkacağını, küreselleşme ve AB poşetine girmiş emperyalizmin sona ereceğini… Paranoyalardan(!) kurtulunca, şeriatçıların demokrasi aşığı olacağını… Kürt sorunu da dahil olmak üzere, eşitlik, özgürlük ve çağdaş demokrasinin gül bahçelerinde tohumlanıvereceğini düşünenler, dokuz yıl önce girdikleri tripten yavaş yavaş ayılmaya başladılar.
Şimdi anlıyorlar ki;
Pusulası doğuya kilitlenmiş, tek yönlü bir yol bu.
Çağdaş bilime ve sanata zerre kadar katkısı olmayan arap ülkelerindeki devşirme süper teknolojilerle, yaldızlı bir yaşamasızlık yolculuğu…
Bu şark ekspresine binmeyi reddeden… Ne batıya ne doğuya yaslanmadan, “tam bağımsız Türkiye” diyenlerin halkı küçümsediğini söyleyebilen, çoğunluk diktasına peşkeş bir halk dalkavukluğu…
Ülkeyi tersyüz eden bir büyük yalan bu.
Aydınlığa, çağdaşlığa, evrensel güzelliğe dair hiçbir istasyona uğramadan…
İçinden geçtiği coğrafyayı paramparça eden bir ray hattında kömürleşmiş umutlar dökerek ilerleyen bir kara tren.
Derin uçurumların kenarında, karanlık tünellerde, yaşanılan her sarsıntı için, gidişatı eleştiren aydınlık yolcularırıı suçlayan bir makinist.
Bizi başka bir çağ ile uzlaştırma terkibindeki sevgi ve özgürlük hezeyanlı ikramlarıyla ağır ağır başka bir coğrafyaya doğru seyrediyor.
Bir fasit daire içinde dönenirken herkesi peşine takma histerisine kapılmış bir yol hikayesi.
Makinist ve kondüktörler gibi düşünmeye, onlar gibi yaşamaya çekiştirilen insanlar, aykırılıkların, yükseltilerin törpülendiği, birörnek insanların yaşadığı, renksiz, kokusuz, mutsuz bir ülkeye taşınıyor.
Ya geçip giden trene uzaktan öyle bakacaksın ya da uysal bir yolcu olacaksın.
Lokomotife yönelmek, makasçılığa heveslenip trenin yönünü değiştirmeye yeltenmek, makiniste yan bakmak yok!
Büyük gürültülerle hayatlarımızı delip geçen bu gece yolculuğunun ardından ıslık çalmak bile organize suç sayılabilir.
Peki neden böyle?
Ellerinde karalar, ceplerinde tehditlerle yürüyen bu “küçük dağ yaratıcıları” nereden çıktı?
Asık suratlarla tehlikeli kavşaklarda ihtişam ve güç oyunları…
Akşam olup kalabalıklar çekildiğinde, şüphe etmekten yorgun düşmüş büyük yalnızlıklar…
Ayrıntıları saklayıp ruhuna düşürecek ince elekten yoksun yürekler… Yazık!
İnsan dokusunun kalınlık kreşendosu ne zaman böyle dayanılmaz hale geldi?
Ruhlarımızı kara trenlerle üzerinde yaşam olmayan bir yerlere götürmek isteyen…
Kendi boşluğunda salınmasından bile sakındığımız duyguları, şarkıları, hayatları un ufak eden…
Işıkları bir bir karartarak, bu ardına bakmadan yürüyüp gidenler kim?
Nasıl bu kadar fütursuz olabiliyorlar?
Vicdanı olmayan kişi, bencileyin boş bir kalıptır.
Kaf dağına kral olsa hükümsüzdür yüreğimde.
Atasına, şehidine, yaşlısına, gencine, köklerine, çiçeğine… İnsana saygısı, sevgisi yoktur.
Ülkesini, tarihini, coğrafyasını, her şeyi satabilir.
En kutsal değerleri kullanmaktan çekinmez.
Esareti hürriyet olarak pazarlar…
Terörün anlamı barış, bölücülüğün adı demokrasi, yurtseverlik ise darbecilik olur.
Softaların yaftaları ortalığa saçıldıkça sapla saman daha bir karışır.
Amaçları üzüm yemek değil, bağcıyı da dövmek değil, bağları yok etmektir.
Bu erek ile aralarındaki son engeller; “çağdaş gençlik, cumhuriyet kadınları, bilim ve sanat.”
Bunu biliyorlar…
Eşsiz mavi göz de biliyordu…
Karakışı, dağlardan inecek eşkiyayı ve herşeyi…
O yüzden seslendi yıllar önce; “Ey Türk Gençliği!..”
Işık ve sevgiyle…
İlhan İrem
Odatv.com
Mevlit kandilinizi en yüce dileklerimle kutluyor, yuvanıza huzur, ömrünüze bereket, bedeninize sağlık, işlerinizde muvaffakiyetler diliyorum. selam sevgi ve saygılarımı sunuyorum...
YanıtlaSil