28 Kasım 2010

"Be beğim!" ve "bebeğim"

İnternet gazetelerini karıştırırken gözüme çarptı bu yazı,değerli blog arkadaşım  Ecehan'ı anlatıyordu köşe yazarı Mustafa aslan gurur duydum Dostum adına ve paylaşmak istedim...

"Be beğim!" ve "bebeğim"



Azerbaycanlı bir şair; “Söz, bir gönülden kopar, bin gönülü hizaya sokar” diye, müthiş bir tarif yapmış.

Herkeste olur mu bilmem ama beni bazen bir söz, sadece bir kelime, koptuğu gönülün lezzetiyle koparır dünyadan! Keser ayaklarımı yerden uçurur! Hele bir de sözle söyleyen uyumluysa, aklım başıma gelinceye kadar kelimenin tam anlamıyla meczûp olurum!

Yine bir söz ve söyleyenle çok uyumlu bir söz, günlerdir aklımı aldı götürdü!

Kendisini, “Türk kadını” olarak tanımlayan bir yürek, zaten duruşuyla Türklüğünü haykıran bir Türk, bir seslenişinde; en tabii haliyle bir hitapta bulunmuş:

“Be Beğim!...”

Aklım uçtu! Gönlüm şahlandı! Yüreğim kabardı! Hem Türk Kadını, hem anne, hem evinin sahibi ve de sözlerine bu kadar Türkçe hakim bir söz ustası!

Günlerdir sayısız karalama yaptım sadece bu söz üzerine. Olmadı! Bir türlü gönlümü titretişini, ifâde edemedim!...

Kadınsam, anaysam ve sevdalıysam

Bir “Bebeğim” derim, bir de “Be Beğim!”

Zayıfsam, güçlüysem, hele yalnızsam

Bir “Bebeğim.” derim, bir de “Be Beğim!”

Madalyamdır nâmus, iffet ve ârım

Doğrunun olduğu her yerde varım.

Milletime Mehmetçikler doğarım;

Bir “Bebeğim” derim, bir de “Be Beğim!”

Ben olmasam kahramanlar olur mu?

İntikam alacak yiğit kalır mı?

Bir selâm göndersem acep alır mı?

Bir “Bebeğim” desem, bir de “Be Beğim!”

Diye şiirleştirmeğe uğraştım. Olmadı!

Bir kelime, bir söz, söyleyen ağızda, koptuğu gönülde, yoğrulduğu yürekte ancak bu kadar muhteşem mânâlandırılarak özelleştirilebilir!

“Bebeğim” ve “Be Beğim” ; aynı seslerle, aynı harflerle söylenen ve yazılan bir sözcük! Koptuğu yürekte nasıl bebekleştirilip, nasıl beğleştirildiğini, şimdiye kadar -ki kendimi söz erbâbından sayardım- nasıl hissedememişim? Hayret ki hayret!

Ve bu sözün sahibesi Türk kadınına, Ecehan Dilek Güralp’e Selâm, saygı ...

Erkeklere; bebekliği ve beğliği ünvan olarak verebilen tek mercî olan analarımıza, bacılarımıza, eşlerimize, evdeşlerimize, tanıdığım-tanımadığım bütün Türk kadınları’na, sonsuz teşekkürler...

Bütün Türk kadınları adına; yüreğinde yoğurarak, gönlünden kopararak, dokunduğu binlerce gönülü hizaya sokabileceğine inandığım bu söz yorumcusuna da; Türklük adına, Dilimiz adına, Türkçe adına, binlerce, binlerce, milyonlarca şükrân...

Kendini Türk hisseden, kendini milletine-devletine, ecdâdına karşı sorumlu sayan bütün yüreklere; bir Türk Kadını’nın yüreğinden kopan ünvanları bir daha tekrarlamak isterim ve sözün sahîbesinin izniyle bir “Türk Baba” olarak: “Be Beğim!...” ve “Bebeğim.”

Ünvanımla, adımla neden bu kadar övündüğümün de bir izâhı olsun söz sahîbesinin izniyle...

“Türk’üm; bu ad, her ünvandan üstündür.”

Selâm, sevgi, dua...


Yeni çağ gazetesi
Mustafa Aslan

16 Kasım 2010

Sarıklı Mafya...


Öyle bir mafya ki okyanusun öte tarafından  Pensilvanya Saylorsburg’daki özel kamptan yönetiliyor,kampın müdavimleri arasında  gazetecilerden iş adamlarına,yahudi prof. ve CİA ajanlarına kadar her kesimden unsurlar var,öylesine korunup kollanıyorlar ki şaşarsınız..

Öyle bir hal almış ki bu durum bazı hükümet üyeleri,üst düzey bürokrat ve iş adamları bu kamp ziyaretlerini Hacla bir tutar hale gelmiş,siz buna ister körü körüne itaat deyin,ister baskı ve tehditle zorunlu ziyaret,ama hal böyle maalesef.

Mafyada silahlı dönem çoktandır geride kaldı,artık teknoloji kurum kuruluş ve makamlar silah olarak kullanılıyor,bir çok insanın dosyaları ve kasetleri gizli kasalarda ortaya saçılmak için zamanını bekliyor,son yıllara bir bakın nice iş adamlarımız batırıldı,nice fabrikalar el değiştirdi, nice büyük oteller ve işletmeler dün bursla okuyan çoluk çocuğun eline geçti,boğazdaki yalılar bir bir el değiştiriyor,yer altı ve üstü zenginliklerimiz çeşitli kılıflara uydurularak peşkeş çekiliyor malum kişilere..

Türkiyenin en köklü şirketleri,en büyük aileleri haraç veriyor vermek zorunda bırakılıyor,bağış adı altında dünyanın çeşitli yerlerine zorla okullar inşa ettiriliyor,etmek zorundalar çünkü  başka bir yaşama hakkı tanınmıyor onlara,en köklü spor kulüplerimize kadar sızdılar,sendikalarımızı ve sivil toplum kuruluşlarını baskı ve tehditle teker teker ele geçiriyorlar..

Gerçek aydınlar,yurtsever gazeteciler,bilim adamları ve bunlara direnen komutanlar uyduruk operasyonlarla içeri tıkılıp sesi kesiliyor,İstihbarat,polis,medya,maliye,adalet ve hukuk bunların elinde artık,Cumhuriyetin savcıları tek tek tasviye ediliyor Amerikan ajanlarıyla lüks restoranlarda yemek yiyerek yüzme havuzlarında beraber yüzen savcılar büyük operasyonların başında şimdi,Emniyetin kalbine yerleştirilmiş üst düzey CİA ajanları yönetiyor bunların ordusunu,şimdi hedef üniversite!!!

Kim bunlar? kim bu cilalı koltuklarda oturan maşalar,islamdan nemalanıp islamiyete ihanet eden bu damarı boşlar kim,Büyük bir çoğunluğunun mahkeme kararı ile ana adı,baba adı,dede adı  değiştirilmiş,Gürcüyüm diyen Rum,arabım diyen yahudi,kürdüm diyen ermeni çıkıyor,asıllarını saklıyorlar nesillerini saklıyorlar bir çoğu Cumhuriyet düşmanı katil,isyancı dedelerin torunları çıkıyor Türkiye; tarihi inkar eden, demokrasi kavramından uzak bir aşiret ve cemaat zihniyetiyle yönetiliyor ne yazık ki..

Her koyun kendi bacağından asılır sanmayın,öyle değil işin aslı,bazı koyunların ceremesini tüm ülke çekiyor ve daha acı günler önümüzde bizi bekliyor,Kendilerini kutsal bir varlık gibi gören bu megaloman adamların günahını çocuklarımız büyük bedellerle ödeyecekler,evet maalesef ödeyecekler,çünkü bu salyalı sümüklü adamların varoluş sebepleri emperyalist ülkelere uşaklık etmektir...

11 Kasım 2010

Saklanan belge..Bilinmiyen gerçek..

Bu gün Hacca gidenler ve daha önce gitmiş olanlar yatıp kalkıp Mustafa Kemal Atatürk'e dua etmelidirler!!

Suudiler 1926 yılında sınırları içinde tüm mezarlıkları yıkıyorlardı. Atatürk sıranın Hazreti Muhammed'in kabrine geldiğini öğrenince bir TELGRAF  çekerek, 'Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim' demişti.Bunun üzerine Suudiler ; Hazreti Muhammed'in kabrine dokunamamıştı.

O müthiş telgrafın belgesi şimdi kimin elinde ?

1981 yılında 12 Eylül askeri yönetimi Atatürk'ün 100. doğum yılı nedeniyle kapsamlı bir program hazırlamış. Prof.  Yalçıntaş o dönemde İlim Kurulu'nun başına getirilmiş. Amaç Atatürk'le ilgili çeşitli kaynaklardan arşiv araştırması yapmak ve 'bilinmeyen Atatürk'ü' ortaya çıkarmakmış.

Dış işleri bakanlığının arşivlerinde bulunan bu belge şimdi kayıp,yada birilerinin kasasında saklı...

Prof. Yalçıntaş,Münir beyin bulup getirdiği belgeye  baktığında çok şaşırdığını belirterek şöyle devam etti: Belge bir telgraf metniydi. Henüz yeni kurulan Suudi devletinin kralına gönderilmişti. Telgrafta 'Hazreti Muhammed'in mezarının yıkılacağını derin üzüntü içinde öğrendim.. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam orduyu aşağıya gönderirim' anlamına gelen cümleler vardı...

Şimdi gelelim belgenin bulunmasından sonraki gelişmelere, çünkü vahim ve ilginç olan bu: Nevzat Yalçıntaş'ın anlattığına göre ; Münir Bey belgeyi önce bir üst amirine götürüyor. Belge oradan daha yukarı taşınıyor. Sonunda müsteşara oradan da Bakan İlter Türkmen'e geliyor. Tabii Evren Başkanlığı'ndaki Milli Güvenlik Konseyi'nin de haberi oluyor...

Sorun şu: Bu belge ne yapılacak? Dönemin Atatürkçü komutanları ve onların emrindeki bürokrasi bu belgenin açıklanmasını istemiyor. Ancak belge de ortaya çıkmış bir kere. Sonunda o dönemde yazılan ve şimdi kitapçılarda tek nüshası bile kalmayan bir Atatürk kitabının içine, hiçbir anons yapılmadan konuyor. Kısacası konu adeta kapatılıyor, sadece o tuğla gibi kalın kitabı sonuna kadar okuyanların dikkatini çekecek biçimde 'zevahiri kurtarmak' adına konuyor.

Peki bu belge şimdi nerede ? Kimin koruması altında ? Bu da bilinmiyor.

Bilinen tek şey, Atatürk'ün İslam aleminin peygamberi Hazreti Muhammed'in mezarının ortadan kaldırılmasını önlemesi herkesten saklanıyor...
 
"Yaşar nuri öztürk'e bu belge ile ilgili sorulan soruya şu cevabı veriyor,Millet vekilliğim sırasında dönemin dış işleri bakanı Ali babacandan arşive bakmak için defalarca izin istedim, asla vermediler..Böyle bir belgenin açıklanmasını neden istemiyorlar? sorusuna ise şu ilginç cevabı veriyor.Atatürk'ü din ve İslam dışı göstermek isteyenler elbette bu belgeden rahatsız olacaklardır. Bu nedenle dini siyasete alet edenler emperyalistlerle iş birliği bile yapabiliyor. Dincilerle İslamı reddedenler bu noktada birleşebiliyor. .

Soruyorum şimdi,bu belge nerede? Neden korkuyorlar bu belgeden,beslendikleri islam maskesinin düşmesi mi onları tedirgin eden,göreceğiz bakalım ,hep beraber göreceğiz kimmiş asıl din düşmanı...
 
 
Kaynak: Can Ataklı 09.08.2008 Tarihli Yazısından