Türk insanını küçük görme, küçük düşürme politikalarını dört koldan sistemli bir şekilde sürdürüyorlar, ve toplumda yarattıkları karamsarlıkla şanlı Türk tarihini yok sayıp Osmanlı dışında gurur duyabileceğimiz hiçbir değerimizin olmadığı fikrini insanların beynine işlemeye uğraşıyorlar.
Osmanlı iyisi ile kötüsü ile yaşandı ve bitti, Osmanlıyı yeniden diriltmeye ne kimsenin gücü yeter, ne de yaşadığımız dünya buna müsaade eder, kimse hayal peşinde koşmasın!
Şimdi her işi gücü bıraktık Eylül 1566 Zigetvar da ölen Süleyman''ın iç organlarını 450 yıl sonra Şehzade Selim gelip tahtı devralana kadar bin bir oyunla padişahın ölümünü vezirlerden bile 48 gün gizleyen Sokullu Mehmet paşanın belgelerinden yola çıkarak Altın bir leğen içinde gömüldüğü sanılan Macaristan semalarında aramaya başladık, Kanuni'nin varlığını, Şehzade Mustafa'nın babası tarafından boğdurularak öldürüldüğünü televizyon dizisinden öğrenen yurdum insanı çok heyecanlanmıştır eminim, kendini en muhafazakar sayanlar bu konuda sınırsız bir ödenekle hızlı bir çalışmanın içine girdiler neticesi ne olacak, amaç nedir merak içindeyim, Konu Süleyman'ın mezarı ise yeri belli Süleymaniye camisi bahçesine defnedildi, yok amaç her organı için yeni yeni türbeler dikip çeşitli hurafeler dizmekse ona inanacak guruplar belli zaten göstermenize gerek bile yok, söyleyin yeter!.
Böylesi olayları bizler daha öncede yaşadık, mesela Erdoğan ""kaldırın bu ucubeleri buradan"" dedi, Kars'taki yıktırılan heykellerden bahsediyorum, hani Nakşilerin oylarına göz dikip sanata, sanatçıya efelendiği heykeller, sebebini sorduklarında Eb-u Hasan Harakani türbesinin üzerine basıyormuş heykelin ayakları!
Kimdir bu türbesi olan hazret ?
Eb-u Hasan Harakani önemli bir Nakşibendi evliyası olarak kabul görür, o türbenin boş ve uydurma olduğunu Nakşiler kadar Erdoğan'da bal gibi biliyordu elbet, Nakşiler, “Evliyamız Harakan’da doğmuş, Harakan’da ölmüştür. Mezarı, İran’ın Bistam kenti yakınlarında, Harakan`dadır” derler ve hatta o Türbenin de fotoğraflarını, videlarını yayımlarlar, ama olsun onların Kars’taki ikinci Türbeye de bir itirazları olmaz maksat türbe olsun, fazla türbe göz çıkarmaz nasılsa yeter ki şartlar istismara açık olsun!
Şimdi gelelim işin hurafe boyutuna.. Türbenin yapılış tarihi 1579.
Eb-u Hasan Harakani 70 yaşındayken Kars’ın fethi harekatına katılmış ve orada şehit düşmüş böyle söyleniyor, peki Kars’ın fethi ne zamanmış, yani Harakani ne zaman şehit olmuş, 1064’ te…
1579 – 1064 = 515
515 yıl !.. Peki nereden icap etmiş 515 yıl sonra türbe?..
1579 yılında Kars Kalesi tamir edilirken bir asker rüyasında Harakani hazretlerini görmüş, Asker bunu Lala Mustafa Paşa’ya anlatmış, surların dibini kazmışlar, bir de ne görsünler Harakani hazretleri !.. Almışlar, bir türbe yapıp içine koymuşlar!.
Çoktur bizim ülkede böyle yüzlerce yıl sonra birinin mezarını bulma ve sonra da cesedini anında teşhis etme gibi adli tıp başarıları, Harakani’nin üstelik de İran’da olan mezarını 515 yıl sonra Kars’ta bulmak ne ki!..
669 yılında 90 yaşında Emevi halife Muaviye döneminde İslam Ordusu’nun İstanbul’u kuşatması sırasında Şehit olduğu yazılan Hz. Halid Bin Zeyd Ebu Eyyup El Ensari`(Eyüp Sultan) nin cenazesini 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet`in hocası Ak Şemsetin`in rüya`ya yatmasıyla 780 yıl sonra surların dibinde bulup üzerine camii ve türbe yapmadık mı?..
Hz. Ali ile birlikte Haricilere karşı savaşan Hz. Eyyup, nasıl oluyor da can düşmanı Muaviye’nin ordusuyla sefere katılıyor ve bu seferde Kimilerine göre komutan İslam dünyasında zulmün ve kötülüğün sembolü olarak bilinen, Hz. Hüseyin’in katili Yezid’tir, kimilerine göre ise Sufyan İbn-i Avf’tır bu çelişkiler sizin kafanızı karıştırmaz mı?..
Hz. Ebu Eyyup Sahabi’ydi, Hz. Muhammed’i Medine’deki evinde 7 ay misafir etti, Bedir, Uhud ve Hendek Savaşı’nın kahramanlarındandı, Hz. Ali’nin hilafeti döneminde onunla birlikte Haricilere karşı savaştı, Hz. Ali döneminde Medine kaymakamlığı yaptı, Hz. Ebu Eyyup’un hayatına dair bundan sonraki bölümler tamamen rivayettir. Yani söylentiden ibarettir, bunlardan biri de İstanbul Eyüp Sultan’daki mezarıdır, Eyüp Sultan’daki sandukada aslında ne var?..
Aklı olanlar için tarih bir sır değildir ve gerçekleri gizlemez! Lakin her zaman hoşunuza gidecek cümleler kurmayabilir, öncelikle buna hazırlıklı olmalısınız..
Önce herkesin şunu anlaması lazım, Osmanlı bir İslam devleti miydi?
Bazı araştırmacılar Osmanlı İslami bir devlet olabilir ama bir İslam devleti değildir diyor. "Osmanlı islami bir imparatorluktu. Tebaasında İslami yaşam tarzını benimseyen ama hukuki uygulamalarında şer’i yasalara göre hareket etmeyen bir imparatorluktu. Şeriatın uygulanmasına yönelik talepler çöküş dönemlerinde karşımıza çıkar. Bu talepler de ıslahat hareketleri ile engellenmeye çalışılır. Zaten Osmanlı’nın çöküşünü hızlandıran da bu talepler karşısında hanedanlığın takındığı çelişkili tavırdır. Merkezde geleneğe ve İslami kurallara ağırlık verilmeye çalışılırken, surların dışında farklı bir politika izlenir."
Peki Osmanlı Türk müdür?
Bugün Osmanlı şiiri denilince neden aklımıza Kaygusuz Abdal, Yunus Emre, Pir Sultan, Karacaoğlan değil de; Baki, Fuzuli, Nedim gelir? Ebu Suud Efendi neden “ Yunus Emre okuyan şirke girer?” diye fetva verir? Yine Osmanlı şairlerinden Hafız Hamdi Çelebi'nin 1499 yılında yazdığı şiirinde, “Baban da olsa Türkü öldür” nakaratı neden hafızalardan silinmez, yine bir Osmanlı şairi olan Nef’ inin “Tanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır” dizeleri hangi Türk'ün canını acıtmaz, Osmanlı‘yı "Türk" sandığı için savunan muhafazakar milliyetçi kesimin Osmanlı’nın gerçek yüzünü görmesini dilerim, kimdir bu insanlar ve gerçek ana dilleri nedir? Örneğin Osmanlı sarayında çalışan hattatlar nerelidir? Minyatürcüler nerelidir? Mesela Mimar Sinan Rum asıllıdır. Osmanlı mimarisinin şekillenmesinde ermeni nakkaşların, Rum kalfaların emeğini yok saymak mümkün mü. Osmanlı’yı Osmanlı yapan sebeplerden biri de devşirmelerdir, her dinden, her dilden insanları bünyesinde toplamasa Osmanlı bunca uzun yaşayabilir miydi bunu ciddi olarak düşünmek lazım.
İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türk’e kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır.
İstanbul’un alınmasından 4. Murat’ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde, devşirmelerden 66, Türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atandığını, aynı dönemde devşirmelerin toplam 167 yıl, Türk kökenli sadrazamların da 17 yıl görev yaptığı gerçeği Türklere yaklaşımı gösteren ayrı bir kanıttır. Padişahlar, yakın korumalarını da hep devşirme (kul-köle) olanlardan seçmişlerdir.
Ulusçuluğun etkisi ile etnik kökenlilerin, Osmanlı yönetiminden birer birer ayrılmaya başladığı 19. yüzyılın ilk yarısında hatta sonlarında bile, Osmanlı yönetiminin Türk’e olan yaklaşımı değişmemişti. 1874 yılında “Dünya Tarihi” kitabının yazarı, Askeri Okullar Bakanı Süleyman Paşa, “Osmanlı devletin adıdır, milletimizin adı Türk’tür” görüşünü savunmasına karşın, bu düşüncesini kendi kitabında bile kullanmaya cesaret edememişti.
Abdülhamit’in Araplara ve İslamiyet’e dayanan siyaseti, Türkü, Türkçüleri baş düşman olarak görmekteydi. Onun zamanında “Türküm demek, Türk’ten söz etmek büyük suçtu”.
Türk ulusunun kanı ve canı üzerinde kurulan bu saltanata karşı 1. Murat'tan başlayarak padişah analarının kökeni ve padişahların şeceresine bakıldığında Türk'e düşman oluş nedeni daha iyi anlaşılacak, "ecdat" özlemi çekenlerin " ecdatları" daha iyi tanınmış olunacaktır!.
Türk ulusunun kanı ve canı üzerinde kurulan bu saltanata karşı 1. Murat'tan başlayarak padişah analarının kökeni ve padişahların şeceresine bakıldığında Türk'e düşman oluş nedeni daha iyi anlaşılacak, "ecdat" özlemi çekenlerin " ecdatları" daha iyi tanınmış olunacaktır!.
Gençliğe hitabe kaldırılsın diyenleri, bayrağımıza tahammül edemeyenleri, Türk'üm demekten kaçanları, şanlı Türk tarihini yok sayanları, kurtuluş savaşı yapılmamıştır diyenleri, şehitlikler
uydurmadır deme gafletine düşenleri, İstiklal marşımızı duymak istemeyenleri, Türk Askerini, gazetecileri, bilim adamlarını zindanlarda ölüme mahkum edenleri, onlarca yobazı kahraman ilan ederek adeta Türk'lerden intikam alma sevdasına düşenleri şimdi anladınız mı, şimdi anladınız mı Mustafa Kemal Atatürk dendi mi gözlerinin neden pörtlediğini!...