Kezban...
Bu hikâye Malatya’da geçer. Bu, bir tercüman eşliğinde eğlenmek için geneleve gelen iki Amerikalı coni ile genelevde çalışan Kezban’ın hikayesidir..!!! Ah Kezban ah, eli öpülesi Kezban ..!!! Belki de şimdi yaşamıyorsun. Keşke yaşasaydın da görseydin, gerçek orospunun kim olduğunu.. !!! Menderes’in Türkiye’yi ‘küçük Amerika’ yapmaya çalıştığı günlerde, yani 1955-1960′lı yıllarda yaşanmış gerçek bir hayat hikâyesidir… Malatya’nın en canlı sokaklarından biri de, genelev sokağıdır… Gündüz Cumhuriyet Bayramı kutlanmıştı.. Gece saat 12′ye yaklaştığı sırada içeriye ağızlarında pipo, Sarı saçlı, uzun boylu iki kişi ile beraber şık giyinmiş şişman bir adam girdi. Bu iki yabancı, ‘uzman’ sıfatıyla bir dost memleketten getirilmişlerdi… Bir yıldır yakındaki 15.000 nüfuslu bir Anadolu kasabasında görevliydiler… Kasabanın kaymakamına isteklerini anlattıklarında, Kaymakam kasabada böyle bir şey olamayacağını, arzu ederlerse falanca yerdeki ‘Türk pavyon’una gitmelerini tavsiye etmişti… Bunun üzerine iki genç, tercümanlarını da yanlarına alarak önce Malatya’ya, sonra da faytoncunun rehberliğinde buraya gelmişlerdi… Yani Malatya genelevi’ne..!!! İlk dakikalarda yadırgadıkları bu yer, git gide hoşlarına gitmişti. Akşamdan beri 25 müşteri savmış olan Kezban, gramofona oynak bir plâk koymuş, kırmızı mayosunun içinde dönüp duruyordu… Yabancılar Kezban’ı seyretmeye başladılar. Sonunda Kezban’ı işaret ederek, tercümanlarına bir şeyler dediler… Tercüman çaça kadın’a : - Mösyöler bayanı istiyor..!!! Tercümanı duyan Kezban adamlara şöyle bir baktı… Sonra : - Müthiş yorgunum anne. Mazur görsünler..!!! Cevap tercüme edilince, yabancılardan uzun boylusu sertleşen sesi ile : - Ne demek..?!!! - Böyle yerlerde müşteri reddedilmez ..!!! diye diklendi… Kezban hiddetlenerek : - Yorgunum efendim..!!!.. Lâftan anlamaz mısınız siz..?!!! Tercüman : - Bu mösyölerin kim olduğunu bilmiyorsun galiba ..?!!! Hem bir orospu müşterisinin arzusunu yerine getirmeye mecburdur..!!! Kezban : - Ben bir orospuyum..!!! Ama bu mösyöler kim olursa olsunlar, arzularını yerine getirmeyeceğim..!!! Diğer kadınlar şaşkın şaşkın ona bakmaktaydılar… Kezban’ı o güne kadar hep para canlısı olarak düşünmüşlerdi..!!! Tercüman yediği hakareti hazmedememişti : - Senin gibilerinin hakkından polis gelir..!!! - Buyrun efendim, polis iki adımlık yerde..!!! Şişman tercüman hışımla dışarı çıktı. Biraz sonra yaşlıca bir polisle içeri girdi… Ecnebilere karşı daima nazik olmayı, onlara kolaylık göstermeyi vazifesinin mühim bir düsturu sayan polis, Kezban’a : - Mösyöler seni çiftetelli oynarken bulmuşlar… Demek ki yorgunluk bahane… Şu halde sebep ne Kezban..?!!! - Sadece istemiyorum..!!! - Fakat vazifeni unutuyorsun. Sonra senin için fena olur..!!! Genelevin dilberi Kezban, âdeta deliye döndü : - Bana hiç bir şey olmaz, polis bey..!!! Ben gavurlara orospuluk yapmam polis bey ..! Beni nihayet buradan başka bir yere sürebilirsiniz…! Fakat sürüleceğim yer gene Türk ili değil mi ..?!!! Herkes susuyor, iki yabancı alık alık bakıyordu… Kezban ise yumruklarını sallayarak söyleniyordu : - Ben gavur orospusu değilim, polis bey..! - Ben Türk orospusuyum..!!! Diğer kadınlar başlarını önlerine eğmişlerdi… Yaşlı polis ise gözlerindeki ıslaklığı göstermemek için, ağır ağır bahçeye çıkarken Kezban hâlâ bağırıyordu : - Ben gavurun altına yatmam, polis bey..! - Ben Türklerin orospusuyum..! - Gâvurun değil..! Bu anlatılanlar, kaderin sillesini yemiş vesikalı Kezban’ın ; cılız öpülesi elleriyle ; ülkemizi işgal eden gâvurlara attığı yaman tokadın hikâyesidir… İşte böyleee … Bir kaç dolar kazanabilmek için, yabancıların önünde eğilen bütün politikacılarımıza… İş adamlarımıza… Bürokratlarımıza… Medya mensuplarına… Ve “keşke İngilizlerin idaresinde olsaydık ” diyebilen o çok namuslu ( !!! ) Hanım kızlarımıza… Ve, Keşke YUNAN kazansaydı diyen YOBAZ orospulara…